Hatırlayacağınız üzere Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 'ifade özgürlüğü olmayan ülkeyelere gitmiyorum’ diyen Auster’e başbakan sıfatıyla seviyesiz polemeğe girmişti.
O polemikten çok başbakanın ifade ettiği ‘dindar gençler yetiştireceğiz’ sözü beni dehşete düşürmüştü. Bu sözü herhangi bir din lideri veya dinci bir örgütün başı sarfetse çok sıradan karşılanabilir ama söz bu ülkenin en tepesindeki adama ait olunca olayın rengi ve şekli değişir. Çünkü demokratlıktan ve şeffaf bir devletten bahsettikten sonra bu sözleri dile getirmek tüm ülke geleceği için kaygı verici gelişmelerin yaşanacağı apaçıktır.
İktidara geldiğinden bu yana bu fikrini saklasa da başbakan ve kabinini bilen veya geçmişini hakkında fikir sahibi olan herkesin olayın buraya varacağını görmesi gerekirdi. Tayyip’in yaşam tarzının dindar milliyetçi olması kimsenin umrunda değil, olmamalı da çünkü; bu onun hayatı ve hayatını kendi fikri doğrultusunda şekillendirmesi onun en doğal hakkıdır ama ‘her fikre ve dine karşı mesafeli olacağız’ gibi demokrasinin ana anahtarı bir cümleyi bırakıp ‘dindar gençler yetiştireceğiz’ gibi totaliter ve ancak ‘totaliter’ ve yahut ‘diktatör’ kişilerin(bir ülkenin başbakanı olarak bu cümleyi kurmasından ötürü totaliter ve diktatör benzetmesi yapıyorum. Bir dini lider yada örgütün lideri olsa zaten çizgisi belli olurdu) kuracağı ‘toplum mühendisliği’ kokan cümleler sarf etmesi hepimiz adına endişe vericidir.
Yıllardır aynı uygulamayı farklı bir fikirle Kemalistler denemiştir ve sonuç olarak 80-90 yıldır bu ülke ne bir yere ulaşmıştır ne de rahat yüzü görmüştür. Öyle ki bu uygulamaların en büyük mağdurları ve çatışanı olarak AKP’nin de sonucu olduğu dindar kesimlerdi. ‘Çatıştığı şeye benzemek’ denen kavramın en somut örneğiyle karşı karşıyayız ama bu sefer devlete yani sisteme dönüşen olgu, Kemalizmden daha katı ve kolaylıkla ‘radikalize’ olabilecek olan din ve gerisinde gölgesi gibi birlikte gelecek olan milliyetçiliktir.
Tüm Ortadoğu'ya, Avrupa'dan örnek gösterilecek kadar demokrasi kavramını (biz hiç görmedik ama demek araplardan iyiyiz(?)) yaşatan Türkiye'nin, tüm Ortadoğu'nun totaliter sistemlerini devirip daha demokratikleşmeye başladıktan sonra, Türkiye'nin ‘Kemal Sunal’ın bindiği at misali’ tam ters istikamatte yol alması hayret vericidir. Burada ben başbakana bir soru sormak istiyorum.
Bu ülkenin bir ferdi olarak dindar değilim ve dindarlık gibi bir şey de istemiyorum (bunu söyleyenlere ‘çocuğunuz tinerci mi olsun?’ gibi saçma, mantıktan uzak bir soruyla karşılık verdiğini biliyorum ama yine de soracam) ve çocuğumun, tek tip, makineden çıkar gibi dindar yetişmesini istemiyorum. Özellikle bunu devletin yapmasını istemiyorum. Bu durumda nasıl bir çözüm sunacaksınız çok merak ediyorum?
Aklı başında olan herkesin bildiği bir şey var. Oda demokratik devletlerin, o devletin vatandaşı olan herkese karşı aynı mesafede olması gerektiği ve her vatandaşının dini, dili, kültürü ne ise o oranda hizmet vermektir. Yoksa devlet dinlere ve fikirlere karşı mesafesini kaybedip ‘tek tip’ insan yetiştirme derdine düşerse (Hitler denedi, kendi ülkesinde refah ve huzur adına birşey bırakmadığı gibi insanlık ve dünya adına tam bir vahşetti ve bu vahşetin sonucu milyonlarca insanın ölümü oldu) bir ‘diktatörlüğe dönüşür..
O zaman sadece biz değil tüm insanlıkta bu diktatörlükten nasibini alır. Benim sayın başbakana nacizane birkaç önerim var:
Öncelikle başbakan, diktatör (aslında ülkede yaşanan anti-demokratik gelişmeler bunu gösteriyor ama iyimserliği elden bırakmamak lazım) olmak istiyorsa, durmasın devam etsin çünkü doğru yolda ama gerçek bir vatanseverse, bu sözleri ve en önemlisi bu politikaları bırakması lazım. Ülkenin sürüklendiği kaos hepimizi başka Erdoğan'ın kendisini kasıp kavurur.
Ve unutmasın kimse, devletin ve başbakanın işi dindar gençler yetiştirmek değil. Onların işi, herkese rahat yaşayacağı bir ortam yaratmaktır. İnsanlar dindar, ateist yada ne olmak isterlerse olurlar…