Yakın Doğu Üniversitesi'nde hukuk kulübünün düzenlediği konferans üzerine dikkatimi çekti Uluslararası ceza mahkemesi. Kuruluş amacı savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan uluslararası bir mahkemedir.  Mahkemenin kendisi çok ciddi önem atfederken konferansa katılan konuşmacıların çok yönlülüğü ve derin entelektüel birikimleri bizi ciddi anlamda aydınlattı. 

Genel anlamda Türkiye'nin de bu mahkemeyi onaylaması gerektiği fikri ön plana çıkarırken kendilerinden ve entelektüel(!) birikimlerinden şüphe duymadığım sayın Durmuş Tezcan bey ve Mustafa Ruhan Erdem beyin  konuya MHP'nin düşman mantığı ve bölünme paranoyasını andıran konuşmaları ve sanki koskocaman mahkemenin sırf Türkiye'yi bölmek(?) için ortaya çıkarıldığına kadar getirmeleri ve konferansın sonunda özellikle Durmuş beyin konferansın içeriğiyle alakasız  toplumun milliyetçi kimliklerini pohpohlayıcı şoven konuşması ne konferansa yakıştı ne de Tezcan beye. 

‘Türkiye uluslar arası ceza mahkemesini onaylamalı mı onaylamamalı mı?’ içerikli konferansta en son sözü alıp milliyetçi şova dönüştürmek konusunda demode politikacıları bile geride bıraktı açıkçası.

Konferansın düzenleyicisi hukuk kulubü başkanı sayın Nurettin Kılıç’ı bu konuda tebrik etmek lazım çok güzel bir işe imza attı ama bu ne ilk imzası ne de son olacağa benziyor. Daha önce Van için kitap kampanyasında 6500 (kocaman kütüphane) kitap toplamayı başarmış bunun yanında ‘hukukçu kimliği konferansı’, ‘anayasa değişikliği konferansı',’ticaret kanunu konferansı’ gibi ciddi konferanslara imza atmış ve önunde ciddi bir programda duruyor. Nurettin beyi tekrardan tebrik edip Türkiye'nin uluslar arası ceza mahkemesini onaylamaktan niye kaçtığına  dönelim.

Mahkemenin kuruluş amacı belliyken yüzlerce devlet bunu onaylamışken kendinden ve geçmişinden emin bir ülkenin bu onaylamaması garip bir çelişki. Ama kendinden ve geçmişinden eminlik sadece sözleyse oturup bu durumu iki defa düşünmek lazım. Bu mahkemeyi onayladığı zaman Türkiye nelerle yüzleşecek?

Türkiye'nin Akdeniz'inde bulunan Kıbrıs adasındaki Rumlar dava açacaklar mesela. Ve bu öyle sıradan bir şey değil Türkiye'nin başına çorap örmüş bir meseledir zaten Kıbrıs sorunu. Türkiye istediği kadar haklı olduğunu iddia etsin (ki tüm suçluların cümlesidir bu) istediği kadar soydaşlarımız katledildi desin buna kimse inanmıyor zaten en başta soydaşları bu konuda Türkiye ile hemfikir değiller.

Türkiye'nin adam akıllı yargılayamadığı yada yargılamakta tereddüt ettiği generalleri yargılanabilecek, Kürt sorunu konusunda sınıfta kalmış Türkiye'nin bu konuda vereceği ağır bir fatura var, Türkiye belki insanlığa karşı işlediği en büyük suçu Kürtler üzerinden yapmıştır ve hala yapmaya devam ediyor. Alevilerin bu sistemle hesapları hala duruyor. Onlarında bu konuda ciddi sıkıntıları oldu. Yandılar, yakıldılar katledildiler. Ermeniler keza onlarda bu konuda boş durmayacaklar, durmamalarıda lazım.
Karnesi  katliamla, zulümle , işkenceyle vurup kırmayla, yakıp yıkmalar, kasıp kavurmalarla dolu bir ülkenin vatandası olmak bende hiçbir gurur yaratmıyor. Türkiye bir an önce geçmişiyle yüzleşip ilerisi için güven veren bir ülke olmalı bunun bir şartıda bu mahkemeyi onaylamaktan geçiyor.

Her ne kadar bu durumun üstüne yatmayı Durmuş Tezcan bey ve Mustafa Ruhan Erdemin vicdanı kabul etse de ne benim nede vicdan sahibi diğer konuşmacılar Öztürk Türkdoğan (av. ve insan hakları derneği genel başkanı) Yrd. Doç. Dr. Günal Kurşun beyin vicdanı ve insanlığı bunu kabul etmiyor.