Bugün yaşadığımız tüm kötülükleri, yani savaşları, ölümleri, acıları, entrikaları, siyasi çıkarları, halk mücadelesi vb olayları, bir kenara bırakıp sadece aşktan yazmak istedim.

Çünkü aşktır sadece insanı daha erdemli kılacak tek ve yegâne güç. Aşk kendini keşif, insan olmada ilk adım ve en iyi olma eylemidir. Bu tanımdan aşka niye bu kadar değer biçtiğimi anlayabilirsiniz.

Erdemli insan olmadan ve insan olmanın en güzel halini farketmeden bu kötülüklerin ne olduğunu anlamak da mümkün değil çünkü.

Aşkın, tüm bilge insanların ve sıradanların bahsettiği yada yaşadığı ve anlamlandırdığı şeklini merak ederek başladım bu yazıyı yazmaya. Kimileri tüm iyiliklerin anası kimileri de tüm kötülerin başlangıcı gibi tanımlıyor ama ne iyi yorumlayanlar ne de kötü diyenler kendini alıkoyabiliyor aşktan...

Anlıyorum ki, aşk ruhumuzun içinde saklı hem de tüm duyguların birleştiği bir bomba gibi. Ama aşk kötülüklerin başlangıcıdır tanımına pek katıldığımı söyleyemem.
 
Çünkü ben aşkı yaşadıktan sonra kendimi keşfetmeye, tanımaya başladım. Ve anladım ki, aşk bir insanın kendini ve başka insanları daha iyi tanıma eylemidir. Ve insan olma şartının ilk kuralıdır.

Bir tende yolculuk sırasında ‘tanrının, teklik bana mahsus’ tanımında ne kadar da haklı olduğunu gördüm. İnsanın bu teni seçerken ‘en iyi, en güzel’ olması çabası da kendini yeniden yaratırken (siz bunu neslin devamı yada çocuk yapma diye de yorumlayabilirsiniz) ruhunda saklı olan en iyi olma güdüsünden kendini alıkoyamıyor.

Bu konuda kendimi çok şanslı görüyorum. Ben bu dünyada bir erkeğin isteyebileceği(bunu yazarken biraz tedirginlik yaşadım. Tabi sadece kıskançlık güdüsünden ötürü geliyor bu) en güzel ve en değerli kadınına sahibim.

Mesela, tüm dünyayı yeniden yaratabilecek kadar hünerli elleri var sevgilimin. Bu aralar ayrıyız diye tüm dünyanın bomboş olduğunu anlıyorum, yollarda, sokaklarda yürürken nerede tüm bu insanlar diye soruyorum kendime. Sosyal anlamda en sevdiğim iş kitap okumaktır ama o gittiğinden beri kitaplara dokunurken acı çeker gibiyim.

Sadece kitaplar değil evde her eşya beni rahatsız ediyor. O’nun kokusu beynimin içinde, bir tiryaki gibi kokusunu arıyorum. Ruhum, yüreğim, bedenim bu kokudan yoksun işlevsiz bir obje gibi bedenimde ağırlık yaratıyorlar.

İnsanları bile sevmez oldum. Kimilerini ona benziyor diye, kimilerini de hiç benzemiyor diye. Kendimi bir et yığını gibi hissediyorum. Anlamsız, boş bir ceset gibi.

Niye böyle hissetmiyeyim ki?

Ben ona her dokunduğumda teninin sıcaklığı, kokusu ve tepeden tırnağa kadın olan bakışlarıyla bu hayatı kategorileştirip en dipten başlayıp yukarı doğru bu hayatı yeniden anlamlandırdım.  Mohsen Namjoo’nun nobahari şarkısında, ‘bu dünyanın tüm kandırmalarından kaçıp kendimize yepyeni bir hayat kuralım’ diye bahsettiği dünyayı biz çoktan kurduk.

Hayatımı bir cümleye benzetirsek, sevgilim bu cümlede ‘özne’ anlamı taşıyor.

Okullar kapalı sen tatildesin, ben enkazlar altında kayıp insanları arayan ve bu hayatta yapayalnız kalmış ve bulduklarım ya ölmüş yada ağır yaralı gibi hissediyorum.

Ellerin, kokun, dudaklarının bittiği yer, yüreğin, hayattaki duruşun kısacası: Total özledim seni, çabuk gel!

Başta kadınımın, sonra da tüm insaların ‘sevgililer günü’ kutlu olsun...