Türkiye Cumhuriyeti'nin sıcak gündem maddesi, dünyaca ünlü Amerikalı yazar Paul Auster’in Türkiye'de yayınlanan kitabıyla alakalı. Türkiye'ye yönelik ‘ifade özgürlüğü olmayan ülkelere gitmiyorum’ açıklamasından sonra, sanki  Auster, Türkiye'yi karalamak için bu açıklamayı yapmış diye Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sert eleştrilerine maruz kaldı.

Paul bu eleştriyi yaparken dikkat çekmek istediği konu Türkiye'nin zindanlarında yatan yüzlerce yazar ve aydındı. Bu yazar ve aydınlarının hepsinin tek suçunun fikirlerini ifade etmek olduğu düşünlürse Paul’un pek de haksız olmadığı söylenebilir. Paul’a politika dersi verip sözde ülkeni, vatanını koruduğunu göstermeye çalışmadan önce, onun yaptığı eleştirinin  kendi ülke pratiğimizde ne kadar gerçeklik payı olduğunu düşünüp öyle bir karşı cevep vermek hem kendi durumumuzla ilgili daha fayda sağlar hem de Paul’un işaret ettiği sorunun sadece ülke içinde bir ‘sefillik’ olmadığını, dünya nezdinde de bize çok kaybettirdiğini daha iyi anlarız.

Bunun yanında ülkemizin demokrasi ve insan hakları konusunda, biraz objektif düşünüldüğünde, ne hallerde olduğunu ve  bu sorunları görmezden gelmek, bu durumu daha da kangrenleştirdiğini anlamak için alim yada kahin olmaya gerek olmadığı kanısındayım. Belki Paul’e vevap vermek ‘egoyu tatmin’ anlamında bir fayda sağlamıştır ama bizim enerjimizi bu sorunların çözümünü sağlamaya harcamamız  daha gerçekçi ve siyasi açıdan düşündüğümüzde daha pragmatist olurdu.

Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Paul’un değindiği fikir ve ifade özgürlüğü bağlamında sadece 105 aydın ve yazarın tutuklu olmasıyla sınırlı değil. Bunun yanında ‘yargı’ anlamında da sınıfta kalmıştır. Daha birkaç hafta önce sadece bir Ermeni ve gazeteci olduğu için katledilen Hrant Dink davasıyla ilgili, mahkemenin verdiği ‘adalet dışı’ karar hala tazeliğini koruyor. Sadece ben değil tüm Türkiye ve dünya biliyor ki Hrant Dink’i katledenler devlet içinde bağlantıları olan ve bu katliamın planlı, projeli örgütlü kişilerdir. Devlet içinde bu kişilerin korunduğu gün gibi ortada ve başta MİT olmak üzere devletin bir çok organı bu kişileri korumuştur.

Sonuç itibarıyla hükümet bu ayıbı ortaya çıkarmak yerine ‘üzüntüleri ifade edip’ bu ayıba daha büyük ayıplar katmış bizi, ülkemizi bu konudada sınıfta bırakmıştır. Bunun yanında Kürt sorununda da elle tutulur, samimi adımlar atmak yerine, geleneksel devlet reflekslerini devam ettirip ‘uniter devlet’i’ koruma içgüdüsüyle Kürt halkının tüm kültürel haklarını gasp etmeye devam etmektedirler.
Bu gaspı yaparken yine bildik yolların denemekten milim geri atmamaya özen gösteriyorlar. Kürt halkını sesini kısmak adına, KCK diye bir kılık uydurup, 5500 Kürt politikacısını demir parmaklıkların ardına tıkmışlardır ve tıkmaya devam  ediyorlar. Bunu yaparken ‘hukuku’ bir lastiğe çevirip işlerine geldikleri gibi yorumlamaya, yıllarca bu insanları yargılamadan, cezaevinde tutmaya çalışmaktalar. Bu şekilde Kürt halkının sesi olan bu ‘sivil politikacıların’ sesini, dolayısıyla Kürt halkının sesini kısma amacındalar..

Ve ne acıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanının tek derdi tüm bu ayıpları ortadan kaldırmak yerine bunlara işaret eden Paul’e cevap vermek oluyor. Sanki tüm bu rezelati Auster kafasından atıyormuş da, sayın başbakan Türkiye'ye atılan bu iftiraya karşı duruyormuş gibi bir edayla cevap vermekte. İktidara geldiği ilk günlerde ‘daha demokratik, ifade özgürlüğüne saygılı, insan hakları tarafında, daha şeffaf devlet’ söylemleri lafta kaldığını sanırım en iyi bilen Recep Tayyip Erdoğan'dır. Bugün herkesin de anlaması gereken, değişimci, reformcu söylemlerin altının boş olduğudur. Kendisiyle çatışan sistemi değiştirme vaatlerinin altında ‘gerçekten de sistemi değiştirme olmadığını’ tamamıyla sistemi ele geçirmek olduğu, bunu devletin her kademesini ele geçirdikten sonra ona (devlete) dönüşmesi daha net gösteriyor. Bugün, cumhuriyetin hiçbir evresinde (hatta askeri cunta zamanında bile) olmadığı kadar gazetecinin tutuklu olması neye işarettir acaba? Neredeyse muhalif bulduğu hemen her gazeteciyi ‘bir bahaneyle’ tutuklatmak ve geri kalanların çoğunu da alalen tehdit etmek, hatta işlerinden etmek (Star gazetesinde Mehmet Altan’ın işinden edilmesi sadece bir örnektir) sanırım demokratik bir hükümet ve kişinin yapabileceği bir şey değil.

Sayın Başbakan'ın Pual’e cevap verirken, tutuklu gazetecilerle ilgili birkaç şey demesi, bunu gururla demesini isterdim ama hepimizden önce bu durumun bizim ülkemiz adına bir ‘sefillik’ olduğunu en iyi sayın Recep Tayyip Erdoğan biliyordur..
Sadece bu değil daha vahim ve insanlık adına düşündüğümde utanç duyduğum bir  ‘Uludere’ katliamı var. Politik kıvraklığı girip yukarda bahsettiğim ‘sefillikleri’ yokmuş gibi gösterilebilir yada bir hukuki  meşruluk (ben bunun da mümkun olmadığını biliyorum ama siyasetin bu kadar kişiliksiz ve vicdansızlaştığı bir ülkede bunun bile yapacaklarını düşünüyorum. Nitekim yapılıyor da) kazandırma durumuna girilebilir ama hangi ‘insan’ ve ‘ vicdanı’(Hitler gibi faşistler var tabi) Uludere katliamını yok sayabilir. Çok demokratik devletimiz göz göre göre vatandaşlarını katletti ve yapılan açıklamalar bunun emrinin yukardan geldiğini gösterirken (birkaç sorumlu asker işi değil) bu vahşetin ortaya çıkması ve cezalandırılması anlamında kaç demokaratik ve insanı adım atıldı? Bunun yerine devlet terörürünü başka grup ve kişilere yıkma çabası açık açık yapılıp,katledilen sivillerin onlarca yakını ‘çok sevgili devletin çok sevgili kaymakamına’ saldırdılar diye tutuklamaktan geri duruldu mu..

Ülkemizin bir demokrasi cenneti oldugu gerçeğini(?) görmeyen Sayın Paul’e cevap veren başbakanın diline sağlık. Yapacak başka bir işi yok çünkü. Yapacaklarını yaptı, daha ne bekliyoruz. Umarım Paul hatasını anlar! Türkiye'de ifade özgürlüğü,insan hakları ve demokrasi anlamında bir sıkıntı olmadığını görür. Tutuklu gazeteciler, tutuklu aydın ve yazar, KCK bahanesiyle tutuklanan 5500 Kürt politikacı, yasaklar, gözaltılar, işkenceler, devlet terörü, vatandaşını katleden devlet ve bunu koruyan devlet organları diye bir şey yok.

Sonuç itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi, insan hakları, hukuk ve anayasasıyla ilgili içinde bulundugu durum tam bir ‘SEFİLLİK’