İster kabullenelim, ister kabullenmeyelim…

Kuzey Kıbrıs’ta yeni bir yönetsel ve sosyal doku dizayn edilmektedir.

AKP iktidarı bunun sinyallerini önceden vermişti, şimdilerde de bu dokunun örgüsü yapılmakta…

Emek, alın teri, sabır ve sebat ürünü bir örgü işlemi olmayacak bu… Kıbrıslı Türk halkın asırlarca oya gibi işlenen kültürel kimlik dokusu gibi titizlikle hazırlanmayacak…

Makinada dokunan hızlı bir fabrikasyon işi…

Üretim bandının geceden sabaha değiştirilerek, farklı bir “ürün” elde edilmesi gibi şimşek hızıyla değiştirilecek Kuzey Kıbrıs’taki sosyo-kültürel doku…

Yeter ki Türkiye’deki genel seçimlerden iktidardaki AKP en az bugünkü kadar güçlü veya yeniden tek başına iktidar çıksın…

Kısa sürede Kuzey Kıbrıs’taki bütün dengeler ters yüz olacak… Her alanda… Farklı bir devlet anlayışı, farklı bir toplumsal yapı…

Kıbrıslı Türk sermayedarın yerine, ithal bir sermaye ve sermayedar kesimi…

Farklı bir çalışma hayatı, farklı emek-ücret politikası…

Yeni sendika liderleri, sendikalar ve sendikal hareket…

Yeni vatandaşlıklarla yeni nüfus… Bu yeni nüfusun oranı ölçüsünde temsil edileceği yeni bir parlamento, bürokrasi ve devlet mekanizmaları…

Kıbrıslı Türk sermayeyi sadece “küçük esnaf” veya “dükkan sahibi” konumuna itecek olan bir ekonomik yapı…

Kıbrıslı Türk kültürel kimliğini canlı tutan ekonomik ve sosyo-kültürel damarların, yeni dizayn edilmekte olan toplum ve devlet yapısını besleyecek olanlarla değiştirilmesi…

Farklı bir “demokrasi” ve “hukuk” anlayışı…

Farklı bir siyaset ortamı ve siyasetçiler. Farklı bir siyasi model…

Türkiye’deki iktidarın düşlediği biçimde bir “Başkanlık sistemi”…

Özelleştirmeler, kurum ve kuruluşların satışına ilaveten yerli sermayenin de zamanla cılızlaştırılarak tasfiyesiyle, yeni gelecek sermayedara devri…

* * *

Peki, bu yeni dizayn edilecek yapıda en azından başlangıçta hiç mi Kıbrıslı Türk siyasi aktör olmayacak?

Olacak… Bu yeni yapının bütün aktörlerinin yeni nüfus içinden çıkması elbette başlangıçta biraz fazla kaçar…

Dolayısıyla Kıbrıs kökenli Türkler arasından çıkacaktır ilk etapta yeni dönemin bazı siyasi aktörleri…

Onlar da kendilerince hazırlanmaktadırlar zaten…

Bence Sol’da Mehmet Ali Talat, Sağ’da ise Tahsin Ertuğruloğlu’dur yeni dizayn edilmekte olan devlet ve toplumsal yapıda etkin siyasi rol almaya soyunanlar veya bu dönem için “durumdan vazife çıkaranlar”…

Her ikisi de - genel kanıya göre – AKP iktidarını üzmemek için”, çok geniş kesimlerle siyasi yelpazenin hemen her cenahından büyük katılımın olduğu 28 Ocak ve 2 Mart mitinglerine katılmamışlar, AKP’ye yönelik sert eleştirilerin yapıldığı platform ve basın-yayın organlarındaki röportaj ve programlardan mümkün mertebe uzak durmuşlardır.

Hala da Ankara hükümetiyle ilgili konuşmalarında son derece temkinli ve dahi oraya sempatik gelebilecek ifadeler kullanmaktadırlar.

Bugün Kuzey Kıbrıs’ta AKP ile arası en iyi olan birkaç politikacı sayın” deseler;

Banko” Turgay Avcı’nın dışında, yeni dönemde Sol ve Sağ liderliklere oynayan Mehmet Ali Talat ve Tahsin Ertuğruloğlu cevabını yapıştırır hemen herkes…

Zaten yeni kuracağı partinin ilanını Mart ayından beri sürekli öne atan ve büyük ihtimalle Türkiye’deki seçim sonuçlarına göre bu konuda kesin adım atacak olan Ertuğruloğlu’nun ısrarla;

Sistem değişmedikçe kuracağınız partiyle bu şartlarda iktidar olsanız dahi hiçbir şeyi değiştiremezsiniz” mealinde bir retorik kullanması hayli manidardır.

Peki siz iktidara gelmezseniz, iktidara gelmek için mevcut koşullarda mücadele etmezseniz sistemi nasıl değiştireceksiniz, yeni sistem gökten zembille mi inecek ki siz de iktidar olabilesiniz?” şeklinde kendisine yönelen sorular ise tatmin edici bir cevap bulamamaktadır.

Evet… Ertuğruloğlu ve Talat açısından bir bakıma “gökten zembille inecek” Başkanlık sistemi… Yeniden güçlü bir şekilde iktidara gelirse, AKP indirecek o sistemi Kuzey Kıbrıs’a…

İthal, hazır, zahmetsiz yeni bir siyasi sahne… Bu bakımdan Talat ve Ertuğruloğlu o sahnenin “şanslı aktörleri” gibi gözüküyorlar.

Her ikisine de saygım baki kalmak üzere… Kuzey Kıbrıs’ta yeni dizayn edilmekte olan devlet ve toplumsal dokuyu kabullenmek bile başlı başına bir meseleydi doğrusu…