İçinde bulunduğumuz şu günlerde insanın içinden sokağa çıkası dahi gelmiyor.
Zorunlu olmadıkça ben de öyle yapıyorum.
Emeklilik günlerini evde geçirme diye bir düşüncem hiç olmamıştı oysa hayatta…
Sıkı bir çalışma hayatının ardından kuracağım yeni düzende, doyasıya yapamadığımı düşündüğüm gazetecilikten başlayarak, çok sevdiğim politika, sosyal hayat aktiviteleri ve sivil toplum faaliyetlerine daha çok zaman ayıracağım günleri hayal ettim durdum.
Hepsini de doğrusu büyük bir şevk ve heyecanla yapmaya çalıştım.
Öyle ki, özellikle son 10 yıllık dönemde, evimin çatısı altında geçirdiğim saatler 24 saat için 5-6 saati ya bulur ya bulmazdı.
Ama artık dışarıya çıkmak istemiyorum.
Dışarıda giderek bana yabancılaşan bir toplum var…
Dışarıda tehlike var, tehdit var…
Dışarıda ikiyüzlülük var, ihanet var… Haset, fitne, fesat var…
Dışarıda her yerde kaos, her yerde sahtelik, her yerde acımasızlık var…
Dışarıda uzun süre keşfedemediğiniz gizli-açık düşmanlıklar var… Vefasızlık var, çıkar ve ikbal kavgalarıyla bu kavgalarda insanı ve insanlığı satanlar var…
Çekememezlik var, kıskançlık var, dedikodu var…
Dışarıda alkol, uyuşturucu ve her türlü melanetin tuzağında hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar veren bir gençlik var…
Yollarda sokaklarda trafik adı altında zıvanadan çıkmış bir anarşik ortam var… Ne kadar dikkatli olsanız her an ölümle kol kolasınız bu ortamda…
Dışarıda hırsız var, saldırgan var, tecavüzcü var, katil var, gaspçı var, manyak var, sapık var… Çete var, şebeke var…
Dışarıda adım attığınız her yerde, hemen her ortamda türlü orostopolluklar, gombinalar ve sokak karılarının mahalle dedikodularını aratmayacak seviyede dedikodu ağı var…
İnsan onurunu rencide edici rezillikler, kepazelikler var…
Dışarıda her an sizi arkadan bıçaklayacak bir puşlavat takımı mutlaka çıkar karşınıza… Ya da ne yapacağı belli olmayan bir sarhoş veya aldığı maddeyle kafası dumanlı bir “keş”…
Sokaklarda demet demet orospular, onları güden pezevenkler var…
Serseriler, henüz içeriye alınmamış tehlikeli ruh hastaları var…
Mutlaka bu saydıklarıma rastlarsınız dışarıda…
Çünkü dışarıda, her türlü bela, her türlü lanet, her türlü musibet var ama… DEVLET YOK…
Toplumu koruyan bir devlet otoritesi ve insan odaklı rejim yok… Sözde iktidar var… Çağdaş demokratik hukuk devleti yok…
İnsan onuruna tecavüz bol bol var, insan onurunu koruyacak bir mekanizma yok…
İş yok, aş yok ama bir iktidar saltanatı hala daha var…
Bu yoklukta bu kıtlıkta insanlarla alay edercesine safa süren küçük bir azınlık, zümresel bir mutluluk çemberi ve onları sadece gazetelerin renkli orta sayfalarında, TV ekranlarındaki sözde “magazin” programlarında “bu nasıl olabilir?” şeklinde şaşkınlık ama bir o kadar öfkeyle izleyen yoksul ve yoksun bir halk var artık…
Dışarıda artık daha fazla sefalet, daha fazla acı ve gözyaşı var…
Daha çok ölü hayvan, daha az merhamet ve insanlık var. Mundar hale getirilmiş bir çevre, katledilen doğal nimetler…
Çiçek kokusu yerine, leş kokulu sokaklar, tükürük, kusmuk ve sidiğe bulanmış kaldırımlar var…
Bu ülkede yaşamın nefesi kalmıyor artık…
Herşey çürüyor ve çürüdükçe kokuşuyor.
Kokuştukça önüne geleni yutan bir bataklığa dönüşüyor.
* * *
Dışarıya çıkmak istemiyorum artık…
Bir parçası olarak doğduğum ve yetiştiğim bu toplumu tanıyamıyorum çünkü…
Başıma ne geleceğini bilemiyorum artık dışarıya çıktığım takdirde… Başıma bir iş geldiğinde ise kimin yakasına sarılacağımı bilemiyorum…
Mecbur kaldıkça dışarıya çıkıyor, zorunlu olmadıkça da yarın hangisinin beni arkadan bıçaklayacağı endişesinin etkisinde, kimseyle samimi olmamaya çalışıyorum.
Böyle değildim oysa ben… Öyle olduğum günlerin çok geride kaldığına inanıyorum…
Son 10 yılın acısını çıkarırcasına evimdeyim…
Bir ipek kozasının içine saklamaya çalışıyorum ailemi…
Bu kokuşmuşluğa, bu çürümüşlüğe, bu rezilliklere bu ahlaksız ve hayâsız düzenin saldırılarına ne kadar dayanır kozamız?
Dayanabildiği kadar… Toplum olarak kaybettik zaten…
İnsan onurunun son ve en kutsal mevzisindeyiz ailemle birlikte artık… Allah Büyüktür…