Bulunduğu her platformda itibar gören değerli devlet adamı, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu çok kısa süre için ülkemize geldi, “gerekeni yaptı” ve gitti.
Adada kaldığı süre, “hoş geldiniz, hoş bulduk”, “nasılsınız” veya “daha daha nasılsınız” türünden karşılamalara bile olanak tanımayacak kadar kısaydı.
Zaten Sayın Davutoğlu da, - daha önce pek çok kez vurguladığım gibi – Türkiye’nin yeniden angaje olduğu güçlü bir “Kıbrıs çözümü” için uyulması gereken izlencenin ana hatlarını “bizimkilere” takdim etti ve büyük ihtimalle “harfiyen takip edilmesini rica ederim” türünden kısa ve net hatırlatmalarda bulunarak ülkemizden ayrıldı.
Ne beklerdiniz yani?
Kıbrıs çözümü için konjonktür oluştu oluşacak…
AB, sorunlu ve iki ayrı bağımsız otoritenin stratejik sınırlarla ayrıldığı bir “Kıbrıs Dönem Başkanlığı” sorunundan(!) kurtulmak için kısa sürede çözüm istiyor.
BM de artık bu sorundan bıktı usandı, BM’nin hamisi ABD de, garantör İngiltere de, hatta Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Rusya, Fransa ve Çin bile…
Türkiye giderek daha büyük bir dünya devleti olma yolunda… Komşularıyla sorun yaşamamayı veya “komşuda sorun olmamasını” hedefleyen, daha çok ekonomik işbirliğine dayanan bir politika izliyor.
Bu bakımdan Kuzey Kıbrıs’ta ekonomik ve yönetsel kontrolünü de büyük ölçüde sağlamış durumda…
Yani kısa vadede Kıbrıs üzerinden AB ile buluşacağı bir çözüme hazır ve istekli…
Yunanistan, ciddi sosyo-ekonomik sıkıntılarla boğuşurken, Türkiye ile gerilimin aksine, ancak onunla geliştireceği ticari ve ekonomik ilişkiler sayesinde bu sıkıntılardan kurtulabileceğini artık daha iyi görebiliyor.
Güney Kıbrıs da başta Yunanistan’ın durumu nedeniyle sıkıda ve birtakım ekonomik açmazların eşiğinde… Türkiye veya KKTC ile yeni gerilimler en fazla onu etkileyecek.
Kıbrıslı Türkler ise tarihlerinin belki de en kaotik ve kötü döneminden geçmekte…
Bu noktada hemen hemen tüm “taraflar” çözüm konjonktürünün yörüngesine giriyor veya onu oluşturuyorlar yaşanan gerçekler ışığında…
Ne demiştik?
Kıbrıs çözümü ile ilgili konjonktürün taşları yerine oturmaya başlarken, bu çözümün itici gücünü oluşturacak olan Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, izlenecek strateji ve politikaları mı tartışacaktı yani uzun uzadıya “bizimkilerle”?
Global politikalarını bir an önce yerli yerine oturtup daha büyük hamleler planlayan Türkiye için KKTC kanadıyla günlerce “Kıbrıs çözümünde izlenecek yol” müzakeresine girmek, büyük bir zaman ve belki de zemin kaybı olarak düşünüldü belli ki…
Tıpkı KKTC’ne gönderilen ekonomik reçeteler gibi, çözümün formülü de Ankara tarafından belirlenip “bizimkilerin” önüne “takip edilmesi kaydıyla” kondu işte…
Yalnız… KKTC kanadını tanımlarken “bizimkiler” ifadesini sakın ola küçümseme anlamında kullandığımı düşünmesin kimse…
Eğer Kıbrıs’ta bir çözümün yolunu açacaksa, “bizimkilerin” bu çözüm formülünü sıkıntı yaratmadan kabulünü, “eğri gemi doğru sefer” gibi bir olumlama düşüncesiyle karşılar, onları da takdir ederiz elbet…
Öyle ya… “KKTC’nden bir çakıl taşı dahi vermeyiz” diyerek en yüksek makamlara gelen bir politik zihniyet, şimdilerde kaçınılmaz olarak al-ver süreçleriyle tavizin de gündeme geleceği “toprak açılımında” bulunabiliyor. Hatta bizim öngördüğümüz 2012 Mayıs’ından da önce, referandumlardan söz edebiliyor.
Kıbrıs’ta hazırlanmayan birtakım ekonomik reçetelerden son zamanlarda toplumun bunaldığı bir gerçek… Lakin toplumun bu noktadaki esas sıkıntısının sebebi, ekonomik reçetenin acı ilacını sadece halkın içmek durumunda kalması, rejimin sahipleri ile iktidarının ise herşeye rağmen “dolce vita” tarzı bir saltanatı devam ettirip, hiçbir fedakârlıkta bulunmamalarıydı.
Ve fakat “çözüm reçetesini” Kıbrıslı Türkler yazmamış olsa bile, neticede çözüm çözümdür. Meşruiyet kazanıp uluslararası hukuk ve dünyayla buluşmak olacaktır sonuçta Kıbrıslı Türkler için…
Ben Ankara’nın çözüm konusunda samimi ve ısrarlı olacağı düşüncesindeyim. Varsın “bizimkiler” bu noktada kayıtsız şartsız uysunlar çözüm reçetesine… En azından bu Allahsız statükodan kurtuluruz.
Ülkemizdeki siyasi rejimin ağababaları ve baykuşlarının “şıddalamasıyla” bu çözüm formülüne ayak sürümelerinden korkarım ben esas…
Nasıl ama? Bakın bu formül “işimize geliyor” işte…
Nereden isterse gelsin… İsterse “emrivaki” olsun…
Yeter ki çözüm olsun, statüko berhava olsun…