Çok haber, az bilgi ve inanç patlaması… İşte modern dünyada “kamuoyu” denilen şeyin harcını oluşturan muhteşem üçlü…
Öyle konular vardır ki medya neredeyse bunlarla yatıp bunlarla kalkar. Gündem günlerce bu konuya tahsis edilir. Konu hakkında sayısız haber ve yorum yayınlanır. Lakin enformasyona boğulan vatandaşın, konunun özüne ilişkin bilgisi sınırlı kalır. Ama özden yoksun bu bilgi serpintileri, sarsılmaz bir inancın inşası için genellikle kâfi gelir.
Tıpkı Amerikan kamuoyunun Ortadoğu’daki bütün askeri operasyonlara kayıtsız şartsız destek yığması gibi… Mesela Afganistan’a, zulüm alında inletilen yeşil gözlü genç kıza özgürlük götürmek için taarruz edildiğine inandılar...
Irak’ın kimyasal silah ürettiğine ilişkin binlerce spekülatif haber çıktı. Amerikalıların Irak operasyonunu elzem görmesine yol açan eşik aşıldıktan sonra ise “öz”ün bir önemi kalmadı. BM’nin “aradık taradık kimyasal tesis bulamadık” demesi enformasyon yağmuru altında fark edilmedi bile…
Kıbrıs’ta kamuoyunun “çok haber, az bilgi ve inanç patlaması” düzleminde oluştuğu konuların başında Kıbrıs müzakereleri geliyor.
Medyada her gün sayısız müzakere haberi ve yorumu var. Normalde böyle bir malumat akışıyla hepimizin birer Kıbrıs uzmanına dönüşmesi beklenirdi. Oysa çoğumuzun “öz”e ilişkin bilgisi sınırlı.
Bilgilerin çok ama işlevsiz olduğu zamanlar, bazı gelişmelere abartılı manalar yüklemek için oldukça elverişlidir. Kıbrıs’ta da şu anda böyle bir zamandan geçiyoruz.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “2012’de çözüme ulaşalım ve birleşik Kıbrıs AB Dönem Başkanı olsun” açıklaması hepimizi heyecanlandırdı. Arkasından Cumhurbaşkanı Eroğlu toprak konusunda esnedi ve yakın gelecekte çözüm olabileceğini belirtti. Heyecanımız iyice arttı…
Üstüne bazı Türkiyeli yazarlar “Kıbrıs’ta çözüm yakın” diye yazınca anlaşma beklentimiz pekişti.
Kıbrıs’ta çözüm gerçekten yakın mı? Bu sorunun yanıtı için “anlaşacak tarafların” yerleşik pozisyonlarını basitçe anımsamak faydalı olabilir:
Rum tarafı: Türkiye AB ile müzakere ettiği sürece elindeki kozları kullanmak ve her safhada biraz daha fazla şey kazanmak istiyor. Bu yüzden bizimkiler Cenevre’de sürecin takvime bağlandığını söylerken onlar “takvim makvim” yok dediler.
Türk tarafı: Sorunun çözülmesinden ziyade, çözülmesinin imkânsız olduğunun dünyaca kabul edilmesini umuyor. Şimdi çözüm için çok istekli olduğunu göstermeye çalışıyor ama aslında müzakereye mecbur edilmeyeceği bir zamanın gelmesi için dua ediyor. BM’nin pes etmesine ramak kaldığını düşünerek, son bir manevra için dümen kırıyor.
Türkiye: Bölgesel ağırlığını artırmanın verdiği özgüvenle Kıbrıs’a iyice yerleşiyor. Kıbrıs’tan çıkmak değil Kıbrıs’ı sorun listesinden çıkarmak istiyor. Bunun için, çözümde istekli görünerek kazasız belasız taksimvari bir Tayvan modeline ulaşmaya çalışıyor.
Yunanistan: Kendi derdine düştü, Kıbrıs’la ilgisi “umursuyor gibi görünmek”le sınırlı…
Evet çözüm yakın… Hemen şuracıkta; Kaf Dağı’nın ardında…