Bugün artık bu başlıkla devam eden yazılarımın üçüncüsü ve sonuncusunu kaleme almış bulunuyorum.

                               

1974’ten sonra Kuzey Kıbrıs’ta oluşturulan siyasi yapı ve yönetsel mekanizmalar, Kıbrıslı Türklerin “eseri” olmayıp, oluşturulan “kurucu meclisler” de, ana hatları önceden belirlenip bu ülkeye ihraç edilen sistem modelinin sınırları içinde katkı yapabilmişlerdir ancak…

                               

Evet, kâğıt üzerinde, anayasada ve bazı yasalarda kulağa hoş gelen toplum adına birtakım demokratik hükümlere de rastlayabiliriz ki, bugünkü iktidarın bunları da alıp götürmemesi için zaten pek çok eylem yapılmakta, hatta siyasi iktidarın anayasaya aykırı birtakım icraatları da mahkemeden dönmektedir.       

                              

Yine de… Sistem veya rejimin geneldeki anti-demokratik karakteri nedeniyle, gördüğünüz gibi sırtını kendi halkının iradesine dayamayan despot eğilimli bir iktidar göreve gelir, toplum yararına birtakım kazanımları da sıraya koyup birer birer götürür.

                              

Gün 24 saat eylem yapsanız da götürür, yapmasanız da…

                               

Çünkü Kıbrıslı Türklerin kendi iradeleriyle uğruna ter döküp mücadele etmedikleri bu yapıda, halkın hasbelkader birtakım demokratik kazanımlarını savunabilecek ve onları ileriye götürecek mekanizmalar değil, daha çok 1974 sonrasındaki ganimet ve yağma oligarşisiyle egemenlerinin çıkarlarını koruyacak mekanizmalar oluşturulmuştur.

                              

Tabii bu noktada ne yazık ki toplumumuz da, üzerine uymayan bu sistem giysisini önceden tespit ederek, olduğu gibi çıkarıp atmakta çok geç kalmıştır. Köklü bir rejim değişikliği yerine salt iktidar değişiklikleriyle, daha önce elde ettiği birtakım kazanımları bu yolla koruma “motivasyonunu”, hatta “seçim rüşveti kıvamında kıyaklar” elde etme amaçlı kişisel-grupsal beklentilerini terk etmemiştir.

                               

Ama sonunda kaynaklar tükenmiş, tükenen kaynaklara rağmen rejimin kollayıcılarının iktidar saltanatı bitmemiş, bitmemekte ve çanak da haliyle Kıbrıslı Türk halkın başına kırılmaktadır.  

  

                                           *                   *                   *

                                

Şimdi ise tüm fatura, “Kıbrıslı Türkler suçludur, bedel ödemeliler” noktasında, bu rejimin, bu sistemin kurulmasında ve devletin omurgasına yerleşmesinde günahı olmayan insanlarımıza çıkarılmaktadır.

                              

Peki, bu ülkenin insanlarının hiç mi hatası olmamıştır?

                               

Olmuştur ama %51 hata sahibi bu halk değildir.

                              

Sistemin çıkmazını erken fark edip, isyanlarını 1980’li yılların ortasından itibaren yeni bir sistem parolasıyla örgütlemiş ve sokağa dökmüş olsalardı, bugünkü kriz bu kadar ağır yaşanmayabilirdi. %49 hatamız varsa, o da budur.

                              

Ve sırf politik yaşamda tutunabilme adına, Türkiye’deki hükümetlere yaranmak için;

                              

“Bu sistemi biz kurduk hata bizim, bedel de bizim” diyerek, 1974’den sonrasındaki çarpık sistemde söz sahibi olamayan kendi halkını ikide birde sanık sandalyesine oturtup linç etmeyi alışkanlık haline getiren herhangi bir Kıbrıslı Türk politikacı ve aydınına da bu kolaycı tutumu yakıştıramam…

                             

Türkiye’deki yeni hükümetten de;

                              

Kuzey Kıbrıs’ta 1974’den sonra kimlerin başta Rumlardan kalan serveti, ardından da Ankara’nın kaynaklarını yağmalayarak tam bir saltanat rejimi kurduklarını bir an önce yeniden tespit etmelerini ve hesap sorma süreçleri başlayacaksa, onları sanık, Kıbrıs’ın Türk halkını da ancak tanık pozisyonunda görmesini bekliyorum.

                              

“Hatalı Kıbrıslı Türklerdir, bedel ödeyecekler ve yeni kurulacak olan sisteme adapte olacaklar” diyen bazı Kıbrıslı Türklere de bir çift sözüm olacak:

                              

- Tamam, bedel ödeyelim ama eğer geleceğe yönelik böyle bir muhasebe yapılacaksa, öncelikle geçmişin hesabının kapanması ve 1974 sonrasında bu ülkeyi yağma ve talan edenlerle, ganimet ve vurgun üzerinde yükselen bu yapının saltanatını sürmeye devam edenlerin esas bedeli ödemesi, hesap vermesi şarttır. Böylelikle bu ülke insanı da yapanın yanına kar kalmayacağını görerek en azından yüreğini ferahlatabilsin, bir şeylerin doğru yürüyeceğine inansın…

                              

Bu ülkenin başına gelmiş en büyük felaketlerin sorumlularının, hiçbir bedel ödemeden, hiç hesap vermeden, tüm bedeli bu topluma ödettirmeye çalıştıkları şu koşullarda, huzurlu, aydınlık ve güzel bir geleceği yakalamak ancak hayal olur.

                              

Ve geçmişiyle hesaplaşamayan hiçbir toplum böylesi bir kamburla bir adım önünü göremez, ileriye de gidemez.

                              

Bu değerlendirmelerin içine, Kıbrıs’ta olası bir siyasi çözüm ve bu eksende gelişen olayların Kuzey’deki iç dinamikler üzerindeki etkileriyle bu bağlamdaki önemli başka durum tespitlerini katamadık. İleride bunu da konuşuruz.