“Kuzey Kıbrıs’ın en büyük sorunu nedir?” diye sorulsa yanıtınız ne olur?
Çoğumuz işsizliğe, pahalılığa, ihracat-ithalat dengesizliğine, üretimdeki körelmeye ve bütçenin deliklerine bakarak, soruyu “ekonomi” diye yanıtlarız.
Peki Kıbrıs sorunu mu önemsiz? Değil tabii… Bu sorun yüzünden katlanılan şeyler az mı ki? “İzolasyon, ambargo…” diye başlayıp upuzun bir liste yapmak mümkün.
Ekonomi ve Kıbrıs sorunundan başka, daha yığınla sorunumuz var. Demokrasi sorunu, yönetim sorunu, trafik sorunu, eğitim sorunu, sağlık sorunu… Saymakla bitmez…
Bunların bir teki bile hafife alınacak gibi değil. Ne ekonomi, ne Kıbrıs ne de ötekiler… Ama yine de hiçbiri “temel” sorun sayılmaz. Çünkü bunların üstesinden gelmek çok zor olsa da imkânsız değil.
Bunun için akılcı politikalara ve toplumsal seferberliğe ihtiyaç var. Zaten bizim “temel” sorunumuz işte buralarda gizli. Direncini artırmak için toplumsal seferberliğe ihtiyaç duyan Kuzey Kıbrıs ahalisi her geçen gün “toplum” olma özelliğini biraz daha yitiriyor. Yani tek eksik “seferberlik” değil; aynı zamanda “toplum”un bizzat kendisi dağılıyor.
Bu sadece yeni nüfusla ilgili bir durum değil. Hep burada olanlar da aidiyet duygularını hızla yitiriyorlar. Burada yaşayan insan sayısı artıyor ama kendini buraya ait hissedenlerin sayısı azalıyor.
Sokağın bu konuda kullandığı dil oldukça açık. Her an işittiğimiz cümleler, aidiyet krizinin ciddiyetini ortaya koymaya yetecek kadar keskin…
Kıbrıslılığı kendinden önceki kuşaklardan devralanlar, ata yurtlarında azınlığa düştüklerini düşünüyorlar. Bunların ortak cümlesi üç aşağı beş yukarı şöyle: “Artık kendimi başka bir ülkede gibi hissediyorum; sokağım bana yabancılaşıyor; buralardan çekip gidesim var…”
Sonradan gelenlerin aidiyet krizi de oldukça belirgin. Ötekileştirildiklerini ve bir türlü “yabancı” olmaktan kurtulamadıklarını düşünen çok fazla Türkiye kökenli var. Hatta bunu anlatmak için örgütler kurmaya başladılar.
Geçtiğimiz günlerde Hala Sultan’a gitmek isterken barikata takılan Türkiye kökenli bir KKTC vatandaşı, öfkesini şöyle dile getirmişti: “Bizi ne Eroğlu istiyor, ne hükümet, ne Rumlar, ne de KKTC’dekiler. Yazıklar olsun!”
Kimisi planlı bir şekilde yok edildiğini düşünüyor, kimisi ise dışlandığını, kabul görmediğini… Yani ne “giden Türk” memnun ne de “gelen Türk…”
Az önce “toplumsal seferberlik” yanında bir de “akılcı politika” ihtiyacından söz etmiştik. Nüfus konusunda tarihi hatalar yapıldı. Bu hatalar yüzünden “toplum” dağıldı,
“kalabalık” bir ucubeye dönüştü.
Hâlâ daha, bir kalemde on binlerce yeni vatandaşlık vermeyi gündeminde tutan bir kadrodan “akılcı politika” beklemek boşuna.
Keşke Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi “bayramlar halk olma bilincini güçlendirmeye” yetseydi. Böylece ne akla ne de politikaya ihtiyacımız kalır; beylik laflar ve klişe temennilerle gül gibi yaşar giderdik…