“Nerede o eski bayramlar…”
Her bayramda en çok işittiğimiz şey budur herhalde… Hemen herkes bu cümleyi tekrarlar durur.
Geçmişe duyulan özlem çok da anlaşılmaz değil. Kimimiz çocukluğuna dönmek istiyor, kimimiz gençliğine… Ayrıca kaybettiklerimizi özlüyoruz… Onlarsız ne bayramın tadı var ne başka şeyin…
Fakat toplumca “o eski bayramları” anıyor olmamız sadece bu türden kişisel şeylerle açıklanamaz. Nostalji duygumuz, toplumsal bir kaynaktan besleniyor olmalı.
İşin sırrı galiba gelenekselden moderne geçişte gizli. Kuzey Kıbrıs, bir tür geçiş toplumu. Üretim ilişkileriyle beraber dünya algımız, mesleki yönelimlerimiz, mekânlarımız, eğlence anlayışımız, kısacası yaşam biçimimiz belirgin bir biçimde değişiyor.
Modernleşmek, sancılı bir süreçtir. Dönüşümün hızına bağlı olarak güvensizlik duygusunun derecesi de artar. “Yeni”, bildik çevrelerden uzaklaşmayı ve alışılageldik usullerden kopmayı dayatır. Kırsaldan kente geçişle, sadece mekân değil neredeyse hayatın tamamı değişir.
Modernleşmenin “yarışma” ideolojisi son derece yıpratıcıdır. Mesai süreleri uzar, boş zaman lanetlenir… Şuursuz bir tempoda çalışılır, çalışılır…
Biz, modernleşmenin ileri kertesinde değiliz. Kırsaldan tam olarak kopmadık. Kentlerimiz batılı kentler kadar girift, mekanik ve yutucu değil. Bizim için de “yarış” başladı ama henüz tam olarak havasına girmedik.
Yine de burası eskisi gibi bir yer olmaktan çıktı. Gündelik hayat farklılaşıyor. Aralarda bir yerlerdeyiz. Biraz “geleneksel”, biraz “modern…”
“O eski bayramlar…” nostaljisi işte bu toplumsal dönüşümle bağlantılı. Hayatımız değişiyor. Kontrol duygumuzu yitiriyoruz. Her şeyin yerli yerinde durduğu, kolay kolay değişmediği, durağan bir yaşantımız yok.
Kendimize ayırdığımız zaman günden güne azalıyor. Saatlerce süren ziyafetlerin tadı damağımızda ama “fast food” geçiştirmelerle de tanıştık. Eş dost ortamlarımız eskisi kadar cıvıltılı değil. Buluşmalarımız seyrek.
İngiltere’de bundan üç beş yıl önce, bir hafta kadar süren uzun bir tatil dönemi olmuştu da ciddi bir kriz patlak vermişti. Tatil dönüşü dikkat çekecek oranda üst düzey yönetici işinden istifa etmiş; ayrıca yapılan araştırmalarda “işimi sevmiyorum” diyen çalışan sayısı her zamankinin çok üzerinde çıkmıştı.
İnsanlar uzunca tatilde, işlerinin yutucu tesirinden kurtulup, “ne yapıyorum ben?” diye hayatlarını sorgulamaya başlamışlardı. Nitekim o dönemde yazıp çizen “uzmanlar” hükümeti ve patronları “aman bir daha bu kadar uzun tatil vermeyin” diye tembihlemişlerdi.
Memur mesailerinin ayıplandığı; özel sektör çalışanlarının sabah 8.00 - akşam 8.00 periyoduna bağlandığı, tatillerin olabildiğince tırpanlandığı bir zamandayız. Siesta ne zamandır “tembellik” sayılıyor.
Doğru ya elleri öpülecek analar, babalar; saçları okşanacak bebekler, çocuklar; hatırı sorulacak akrabalar, dostlar vardı… Tıklatacak onca kapı… Edilecek bir dolu güzel söz… Ve yaşanacak bir hayat…
Bu bayram aslında “modernliğe” verilen “geleneksel” bir mola… Kutlu olsun...
- - - - -