Monarşi, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu bir yönetim biçimi. Bu kişiye kral, imparator, şah, padişah, prens, emir ne derseniz deyin hep aynı kapıya çıkar…Tek liderdir, tek otoritedir, tek egemendir… Bir “akıllı” vardır ve tüm gözlerin sadece onun üzerinde olması yeterlidir. Ayrıca monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özellik, devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmasıdır... Padişahlıkta siyasi otorite aynı ailede miras yolu ile geçer ve ülke her zaman tek kişi tarafından yönetilir. Yani ne zaman seçim olacak, adaylar kimler olacak, partilerin kurultayları olacak mı diye hiç kafa yormaya gerek yok. Delege yok, MYK yok, parti meclisi yok, örgüt başkanı yok, kralın “bir dönem daha kral olabilir miyim” diye bir korkusu olmadığından kimseye bir diyet ödeme zorunluluğu da yok. Oh ne ala valla…

Oligarşi ise sadece belli bir zümrenin bir ülkeyi yönetmesi... Genelde yönetimdeki grup, askeri, siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından biridir. Devletin tüm kurumlarının küçük bir azınlığının kontrolünde olmasıdır. Bu arada bazı siyaset bilimciler, yönetim şekli ne olursa olsun, her devletin yönetiminde mutlaka bir oligarşi olduğunu da vurguluyorlar ki, sanki bu tespit de bize çok uzak bir durmuyor gibi…

Veee cumhuriyet… Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi. Ya da başka bir ifadeyle halkın kendi kendini idare ettiği yönetim şekli.

Cumhuriyet yönetiminde vekaleti aldıkları andan itibaren demokrasiyi gelecekleri için bir tehdit olarak algılamadıkları ve demokratik dinamiklerin canına okumadıkları müddetçe belki de en iyi yönetim şekli… Ancak demokrasinin gerçek mekanizmasını, vekaleti verenler, yani bizler iş ve aş taleplerimizle çalıştırmamaya ve vekaletimizi “peşkeş çekmeye” başladık mı işte o zaman cumhuriyetin canına okumaya başladık demektir…

Cumhuriyet yönetiminde halkın egemenliği her zaman muhafaza etmesi ve bu gücünü belirli dönemler için seçtiği vekilleri aracılığı ile kullandırması beklenir ki, bu sözü edilenlerden bizde şu an 50 örnek var…

Bugün 5 Mayıs… Tam 26 yıl önce bugün, yani 5 Mayıs 1985'de Kurucu Meclis'in hazırladığı anayasa yüzde 70 evet oyumuzla kabul edildi. Rauf R. Denktaş da yüzde 71 oyla Cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl yapılan genel seçimle de 50 milletvekili ile Cumhuriyet Parlamentosu oluştu.

Bunları neden mi yazdım? İnanın kafam çok karışık. Bir çıkış yolu bulmamız şart!… 27 yıl önce kabul ettiğimiz anayasamız, yönetim biçimimiz ve bugünümüz… Sahi bugün de aynı yönetim biçimi ve yapısı anayasamızda olduğu gibi varlığını gerçek anlamıyla ve işleviyle sürdürüyor mu? Yani egemenlik hala bizim elimizde mi?.. Ne olur bunun cevabı “evet” ise beni birileri bir an önce tımarhaneye kapatsın…