Arabacıoğlu...

Hüdaoğlu...

Fellahoğlu...

Lefkoşa Belediye Başkanlığına adaylıkları kesinleşenler...

“Aday olmayacağım” demesine rağmen ismi geçen;

Sertoğlu...

Veya Sucuoğlu...

İstifa eden Başkan Bulutoğluları...

Dikkat ettiniz mi?

Hepsinin soyadında bir şekilde “oğlu” eki var...

İlginç bir tesadüf...

Olimpiyat, futbol ve diğer spor müsabakalarında;

Her ülkenin sporcularının soyadlarının o ülke ve diline özgü belirgin bir karakteristiği olduğu hep dikkatimi çekerdi.

Mesela Yugoslavlar’da;

Genelde “iç” eki yer alırdı soyadlarında...

Rapaiç, Lazetiç, Mirkoviç, Petroviç, Şekerbegoviç gibi...

Ruslarda, Bulgarlarda;

“Ev”, “ov”, “eva”, “ova” ekleri...

Isınbayeva, Akinfeyev, Stoichkov v.s...

Ermenilerde genelde “yan” eki;

Gürcülerde “edze”, “adze”...

İtalyanlarda neredeyse yüzde 99’u sesli harfle biten soyadları...

Hollandalılarda, Belçikalılarda;

“Van” sözcüğü...

Van Basten, van der Elst, Pierre van Hoojdonk, van Persie...

İskandinavlarda, Nordiklerde “ssen” “sson” soyad ekleri...

İrlandalılarda genelde “O” eki...

O’Neal, O’Leary, O’Hara’da olduğu gibi...

İskoçlarda da daha çok “Mac” eki...

Yunanlarda, Rumlarda ise, hepimizin bildiği gibi, sesli harfle biten soyadın sonuna gelen “s” harfi...

Samaras, Gekas, Hristofyas, Anastasiadis...

Hep sorardım kendi kendime:

Hadi isimleri geçtik;

“Bari Türkçe soyadlarının da o dile özgü bir karakteristiği olsa nasıl olurdu acaba?” diye...

Sanırım bizim LTB Başkan adaylarının soyadlarına dışarıdan bakan birisi artık;

Türkçe ve Kıbrıslı Türklerin kullandığı soyadlarında en karakteristik veya ortak özelliğin;

“Oğlu” eki olduğunu düşünecekler ve böyle bir soyad duyduklarında akıllarına bizim diyarlar ve etnik kökenimiz gelecek...     Fena da olmaz hani...

Neyse ama... Lefkoşa Belediye Başkanlığına aday olan bütün “oğullara” buradan başarılar ve hayırlı olsun dileklerimizi iletiyoruz bu vesileyle bir daha...

***

İlk adaylığını açıklayan Dr. Mustafa Arabacıoğlu’nu yazdık da;

Dr. Suphi Hüdaoğlu ve Kadri Fellahoğlu’nu yazmayacak mıyız yani?

Baştan dedim ben...

“Dr. Mustafa Arabacıoğlu çıtayı yükseltti;

Diğer muhalefet partileri de şimdi iddialı ve iş bitirici ciddi adaylar çıkaracak” diye...

Öyle de oldu işte...

Ne TDP adayı Dr. Suphi Hüdaoğlu’na burun kıvıran, itirazı olan çıkar;

Ne de CTP adayı Kadri Fellahoğlu’na...

Hepsinin birbirinden değerli meziyetleri ve aday oldukları makamda başarılı olmalarını sağlayacak birikim, donanım ve yetenekleri var...

Geçmişleri temiz, düzgün insanlar...

Suphi Bey, LTB Başkanlığında Mustafa Akıncı fenomeninin rüzgarını da arkasına alacak ayrıca...

Kadri Bey ise, başarılı bir yerel yönetim deneyimine sahip CTP’den bu kez “Amiral Gemisi”ne talip olarak onu yüzdürmeyi amaçlıyor.

Anlayacağınız... Muhalefet partilerinden çıkan her üç adaydan birinin kazanması;

Ve de UBP’nin bu bir yıl için kuracağı tuzakları boşa çıkarması halinde;

Lefkoşa için bir şans doğabilir...

Ama her zaman belirttiğim gibi en büyük endişem;

Muhalefet partilerinin güçlü adayları nedeniyle iktidara tepki oylarının bölünecek olması;

Ve daha birkaç ay öncesine kadar LTB Başkanlığı için hiç hesapta olmadığı halde UBP’ye de bir şans doğacak olmasıdır.

Ve kurultayda kim kazanırsa kazansın;

Lefkoşa Belediye Başkanlığı seçiminin UBP’ye yönelik “güvenoylaması” özelliğini de dikkate alarak bütün gücüyle Başkent’e yükleneceğini anlamamak mümkün değildir.

Ne diyelim, böyle oldu artık...

“Ortak” bir aday olsaydı;

Tek rakip UBP olacaktı ve hakkından geleceklerdi.

Şimdi muhalefet partilerinin yüksek gradolu adayları, hem birbirleriyle yarışmak durumunda kalacaklar;

Hem de kurultay sonrasında iki misli motivasyonla Lefkoşa’ya asılacak olan iktidar partisinin adayı ile...

Yine de... Kurultayın ardından UBP’de büyük bir karmaşa çıkması ve LTB için yarışın muhalefet adayları arasında geçmesi ihtimali de tümüyle ortadan kalkmış değil...

Sanırım muhalefet partileri UBP kurultayının akıbetini şimdi daha fazla merak edip gözlüyorlar.

Tabii onlarla birlikte biz de...

                 ***

Dün Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun yine merakla beklenen basın toplantısı vardı.

Cumhurbaşkanı, özellikle UBP kurultay denklemleri ile ilgli olarak basın mensuplarının çok sayıda sorusuna muhatap olacağını da bildiğinden;

Gerek Kıbrıs, gerekse iç konularla ilgili olarak yazılı metni bilerek kısa tuttu.

Ve sorular ardı ardına geldi...

Cumhurbaşkanı Eroğlu da;

Direkt isim olarak işaret etmekten ve “müdahale” demekten kaçınarak;

Türkiye hükümetinden iki Bakanın son ziyaretlerini alabildiğine eleştirdi;

“Demokrasinin hassas bir rejim olduğundan ve dıştan zorlamaların zarar verdiğinden” söz etti.

Ve fakat bunun yanında, kendisini “vefasızlık ve Türkiye düşmanlığı ile suçlamanın kimsenin haddine düşmediği” şeklinde bir üslupla da Başbakan Küçük’ü topa tuttu ve “kurultayda posterimi bile salona astırmayan kişi en vefasız kişidir” dedi.

Özellikle ekonomik konularda Küçük hükümetine yüklenmeye devam eden Eroğlu;

“Ekonomi sağlam ilerlemezse demokrasi için tehditler de çoğalır” gibi “veciz ifadeler” de kullanarak, devri iktidarında aklına dahi gelmeyen “yeniden yapılanmadan” söz etti.

“UBP üzerinde hegemonyasının söz konusu olmadığını” ve ‘her taraftan etkin müdahaleler yapıldığı’ bir zamanda kendisinin de söz söyleyebileceğini” belirterek eleştirilerini sürdüren Cumhurbaşkanı;

Aytuğ Türkkan’ın çok açık ve net bir şekilde sorduğu;

“Bu (iki TC Bakanının ziyareti) bir müdahale mi, müdahaleyse neden İrsen Bey leyhine” şeklindeki soruyu ise;

“Evet müdahaledir” şeklinde yanıtlamaktan yine kaçınarak;

“Siz ne görüyorsanız ben de onu görüyorum, yorumu size bırakıyorum” türünden sözlerle vermek istediği mesajı vermiş oldu.

Türkiye’den gelen iki Bakanın kendisini ziyaret etmemesini de;

“Ziyaret edip etmeme gelen heyetin tercihidir, bu ziyaret olmadığı için iftihar eden bir Başbakanla karşı karşıyayız” diyerek, bu noktadaki eleştirilerinin adresini de konuk Bakanlarla İrsen Bey arasında paylaştırdı.

Velhasıl... Cumhurbaşkanı Eroğlu, bildiğimiz Derviş Bey...

Kafasına taktığı, aklına yatmayan bir konuda geri adım atmak istemiyor, geri adım atma niyetinde olmadığını bir şekilde duyurmaya çalışıyor;

Ve de boy hedefi olmayacak şekilde laflar sokuşturarak özellikle kurultay konusunda bildiğini okumaya devam ediyor.              

Ayrıca öyle anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı Eroğlu;

Bizde “Saray”a;

Türkiye’de “Köşk”e çıkan eski parti başkanları veya liderlerinin;

Yürütmenin Başbakan’da olduğu bir sistem değişip de Başkanlık sistemine geçilmediği takdirde;

Partileri üzerindeki etkilerini en fazla bir kurultay daha sürdürebilecekleri gerçeğini kabullenemiyor.

Cumhurbaşkanı olup “Köşk”e çıkan rahmetli Özal ile –iyi saatte olsun – Demirel;

Partileri üzerindeki etkilerini iki kurultay kadar sürdürememişlerdir.

Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller sonunda; her iki liderin de “evladı” gibi kabul ettiği partilerini devralmışlardır.

Devralmışlar ama ortada ne ANAP kalmıştır, ne de Doğru Yol... Bu ayrı bir inceleme konusu...

Ve fakat temsili sistemde siyaset de böyle bir şey...

Bir partiye lider olursunuz ama yürütmenin  başında, yani Başbakan olarak kalmakla yetinmezseniz ve en yüksek ancak sembolik bir makam olan Cumhurbaşkanlığına da talip olup oraya gelirseniz;

Sizin yerinize partinin ve yürütmenin başına geçen de dizginleri sonunda sizin elinizden alır.

Kaldı ki, Kuzey Kıbrıs özelinde;

İster kabul edelim, ister etmeyelim;

Buradaki sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasi yapıyı dönüştürme projesi bulunan Türkiye’deki iktidar;

UBP düzleminde siyasi tercihini çoktan yapmıştır ve bu konuda herhangi bir “ricat” veya yenilgiyi seçenek olmaktan çıkarmıştır.

Kuzey Kıbrıs’a daha önce yaptıkları “ziyaretlerde” de Türkiye hükümetinin Bakanları;

“Biz Kıbrıs konusundaki müzakerelerde Sayın Eroğlu’na, ülke yönetimi ve ekonomik program ve projelerde de Sayın Küçük’ün liderliğine destek veriyoruz” anlamında mesajlar vermelerine rağmen;

Belli ki Sayın Eroğlu, bu mesajları dikkate almak ve salt Kıbrıs sorununa odaklanan müzakereci Cumhurbaşkanı gömleğiyle yetinmek istememiştir.

Eğer yetinmiş olsaydı;

Hüseyin Özgürgün’ün UBP’nin kayıtlı DLG’lerinin salt çoğunluğunu alamadan, Tahsin Ertuğruloğlu’nu geçtiği kurultayın sonucunu kabullendiği gibi;

21 Ekim kurultayının sonucunu da bir şekilde sineye çeker;

Tam dört aydır bu kadar hengamenin yaşanmaması için;

Kaşif Bey ve ekibini güreşe doymayan pehlivanlar gibi çayırda sürekli peşrev halinde tutmazdı.

                ***

Derviş Bey, direkt kimin “müdahale” ettiğinden söz etmeden veya en azından bir genelleme içinde “dıştan müdahaleler” diyerek;

Adresi de net şekilde vermeden;

Dün, İrsen Bey’e destek verenlere mesajını vermiştir.

Lakin... “Kıbrıslı Türkler müdahaleleri sevmez, bu müdahalelere karşı çıkana da destek verir” şeklindeki argüman UBP kurultayı noktasında çok da geçerli değildir kanaatimce...

Çünkü kurultayda oy kullanacak olan UBP DLG’si, Kıbrıslı Türk halkı değildir.

Daha çok çıkarlar ekseninde – istisnalar hariç - biraraya gelen;

Daha fazla çıkar olan zemine kayma eğilimi gösteren ve böyle olduğu için de biraz ürkek bir profile sahiptir.

Yani;

Dün Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun “müdahale” anlamına gelen başka sözcükler ve genellemelerle;

Türkiye’deki iktidarın Kuzey Kıbrıs’a gelerek Küçük hükümetine destek beyan eden Bakanlarını eleştiri odağı yapması;

UBP DLG’sinde;

“Aman şimdi bir de Türkiye ile çekişmeyelim, karşı karşıya gelmeyelim, İrsen Beyi seçelim, durduk yerde Türkiye’deki iktidarın öfkesini çekmeyelim” şeklinde bir ruh haline de yol açabilir kurultay öncesinde...

Bu bakımdan dün Cumhurbaşkanı Eroğlu mesajlarını vermiş, içini dökmüştür ama...

Bunun UBP DLG’sine, Kaşif Bey leyhine bir yansıması olabileceğinden pek emin değilim...

Ayrıca bugün İrsen Bey’in de basın toplantısı olacak ve onu da dinleyeceğiz...

Öbür gün de herhalde Kaşif Bey bir basın toplantısı yapar...

Sonra da yine buna cevaben İrsen Bey...

Ve bu iş kurultay sabahına kadar sürer...           

Ondan sonra da “önümüzdeki maçlara” - pardon – önümüzdeki LTB seçimine bakarız.