Daha önce de söyledim, şimdi de tekrar ediyorum:
- 2011 Ekim ayı sonunda Kıbrıs’ta bir çözüm yolunda çok güçlü bir inisiyatif gündeme gelecek ve büyük ihtimalle de 2012 yılının ikinci yarısına kalmadan bir sonuca ulaşılacak…
Güçlü inisiyatifin başrolünü Türkiye oynayacak, diğer garantörler de BM, ABD ve AB’nin de “telkinleriyle” Güney Kıbrıs’ı da “ikna ederek”, çözüme ulaşılması zor görünen bir dönemde, bana göre Annan Planı sürecinden de güçlü bir girişim başlatılacaktır.
Bu öngörülerimi belli başlı gerekçelere dayandırmaktayım:
1. AKP Türkiye seçimlerinden Türk demokrasi tarihinde bir ilki gerçekleştirerek üçüncü kez net bir zaferle tek başına iktidar çıkmıştır. Geride bıraktığı iki dönemde teşkilat ağını güçlendirirken, Türkiye siyasetinde güç odağı olan diğer dinamiklerle kendince “hesaplaşmasını” da büyük ölçüde tamamlamıştır. Global ekonomik krizin teğet geçtiği ve finansal kaynakların küçük ve orta ölçekli işletmeler düzeyinde tüm ülke çapında dengeli dağıtılarak İstanbul sermayesinin spekülasyonlarla iktidar devirdiği dönemi de kapatan AKP’nin önünde öncelik taşıyan mesele, Doğu ve Güneydoğu sorununu Türkiye kamuoyunun irrite olmayacağı şekilde çözmek ve AB ile ilişkilerini yeniden rayına oturtmak kalmıştır. AKP’nin bu dönemde özgüveni artmıştır. AB ile ilişkileri normalleştirme bakımından ise Kıbrıs sorunu önemli bir kavşaktır ve Başbakan Erdoğan bu yeni dönemde Kıbrıs sorununu bir an önce halletmek istemektedir. Ayrıca tüm gücünü Türkiye’deki Güneydoğu meselesine odaklamak amacıyla, mücadele ettiği siyasi cepheleri daraltmak için Kıbrıs sorununu sürünceme pozisyonundan çıkarmak niyetindedir.
2. Yunanistan batmış, Güney Kıbrıs’ta da ekonomik yaşam gerilemeye başlamış, daha önce rastlanmayan toplumsal sorunlar birer birer patlak vermiştir. Güney Kıbrıs, bölgenin bir numaralı ekonomik çekim merkezi olan Türkiye’ye karşı askeri bakımdan direnemeyeceği gibi, ekonomik olarak da bundan sonra kolay kolay direnemeyecek, rekabet edemeyecektir. Ekonomik açıdan Türkiye ile zıtlaşma ve içine kapanmayla daha büyük bedeller ödeyebileceklerdir. Bu bakımdan Güney Kıbrıs, ancak bir siyasi çözümle Türkiye merkezli ekonomik eksende yer almaktan kazanç sağlayacak, bunun yanında kalıcı bir barış anlaşmasıyla savaş psikolojisinden de kurtulacaktır.
3. Türkiye sermayesi Kuzey Kıbrıs’a son iki yılda büyük ölçekli yatırımlar kaydırmaktadır. Kıbrıs ölçeğine göre devasa boyuttaki turizm, ulaşım ve ekonomik bağlamda stratejik yatırımlarının yanında, mevcutları da satın alma girişimleri yapmaktadır. Bu yatırımların amacı, yakın zamandaki bir çözüme hazırlıksız yakalanmamak ve Kuzey Kıbrıs’ta, Güney’le rekabete her an hazır, hatta onu sollayacak bir Türkiye sermayesini konuşlandırmaktır. Bu rekabet mücadelesinde arada Kıbrıslı Türk sermaye ile bazı ekonomik kurumları, gerek özelleştirme, gerekse satış ve devirlerle bitecektir. Ve çok yakında sosyo-ekonomik ve siyasi anlamda tamamıyla yeni dizayn edilen bir yapıya dönüştürülecek olan toplumun buna direnci de kalmayacaktır. Kıbrıslı Türkler sadece çözümün nimetleriyle yetinip avunacak, en azından bu bağlamda nefes alacaktır. Kısacası Kuzey Kıbrıs’a artan Türkiye menşeli yatırım ve sermayenin, bir siyasi çözüm öncesi yapılan ekonomik yığınak olduğunu, yatırımların cüssesi bakımından düşünmemek mümkün değildir.
4. Ayrıca uluslararası camia da artık adada bir çözümün şart olduğuna inanmaya başlamıştır. Konjonktür bu yönde bir gelişme potansiyeli taşımaktadır. Ama özellikle Kıbrıs politikalarını baştan beri hatalı oluşturan AB de, bir çözümle kendi bünyesinde hala sorun oluşturan Kıbrıs’la ilgili sıkıntılardan kurtulmayı daha fazla istemektedir.
* * *
Soru şudur:
- Kuzey Kıbrıs’ta ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda son zamanlarda Ankara reçeteleriyle gündeme gelen dönüşümler, Kıbrıs’ta kalıcı siyasi ayrılığa yönelik bir hazırlık mı;
Yoksa KKTC’nde yeni dizayn edilmekte olan sosyo-ekonomik ve siyasi yapı, kısa vadede varılacak bir çözümde Güney’in Kuzey’i yutmaması, orta vadede ise Kuzey’de üslenmiş Türkiye sermayesinin Güney Kıbrıs’ı daha zahmetsiz bir şekilde yörüngesine alıp, Kıbrıs üzerinden AB’ye açılma yolunda oluşturduğu ekonomik-stratejik bir tahkimat mı?
Ben bu noktada “sanki ikincisi” diyorum. Göreceğiz.