Gazeteden arkadaşlar sağolsunlar, pek ince düşünmüşler, artık sabahları, Lefkoşa’dan uzak olan evimin bahçesinin tanzimiyle meşgul olduğumu bildiklerinden;

Büyükelçi Halil İbrahim Akça’nın “Haberdar”a ziyaretinde hazır bulunmam için beni yormak istememişler. Hassasiyetlerine teşekkürler…

Ama eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin KKTC Büyükelçisi Sayın Halil İbrahim Akça ile tanışmış ve sohbet imkânı bulabilmiş olsaydım, kendisine şunları söylerdim öncelikle:

Sayın Büyükelçi… Sizin bu ülkede, Büyükelçilik görevi öncesindeki yoğun mesainiz nedeniyle de, sanırım artık kangren olan yaradan akarak bizleri boğmakta olan cerahati de görmektesiniz.

Eminim ki, kangren olmuş bu yarayı açanların kimler veya hangi zihniyet olduğunu da büyük ölçüde tespit etmiş bulunuyorsunuz. Bundan sonra bu önemli makamda yapacağınız çalışmalarda da, bu tespitlerle bulgular sanırım size ışık tutacaktır.

Sayın Büyükelçi… Bu ülkenin başına ne geldiyse, 1974 sonrası yaşanan ganimet, yağma ve talan ortamıyla, bu ortamı 1980’li yılların ortasından itibaren devlet içinde bir şekilde kurumsallaştıran derebeyi zihniyetinden geldi.

Öyle ki halkımız yıllarca, bir avuç ganimetci ve vurguncunun Rumlardan kalan büyük serveti insanların gözünün içine baka baka iç etmelerinin ağır travmasını yaşamıştır.

Her ne kadar bu büyük vurgunlardan halkımızın önüne atılan birtakım küçük avantalarla insanlarımızı “günahlarına ortak etmeye çalışıp, çeyrek asır boyunca onları biraz olsun oyalamışlarsa da;

Bu böyle gidemezdi ve Rumlardan kalan servet, yağmacı oligarşik yapı içerisinde paylaşılıp bitirildi.

Lakin yağmacı zihniyet, Rumlardan kalan serveti talan ettikten sonra;

Yıllar yılı Türkiye’den buraya Kıbrıs’ın Türk halkının refah ve mutluluğu için gönderilen kaynakları da aynı “ganimetçi ruhla” iç ettiler, savurdular. Yine halkın isyan etmemesini sağlamak için de, çarçur ettikleri o kaynaklardan birtakım avantaları, oy deposu olarak dizayn ettikleri ve sürekli personel pompaladıkları kamu sektörüne “seçim rüşveti” ve “çarpık sistemin sigortası” olacak şekilde sundular.

Geldiğimiz noktadaki büyük yıkım da, işte bu düzeni tesis edenlerin ve halen iktidardaki zihniyetin ürünüdür.

Sayın Büyükelçi… Sanırım bu noktada sizlerin de önemli tespitleriniz bulunmaktadır. Allah kısmet ederse onları da konuşmayı isterim…

Ve lakin… Şu küçücük ülkeyi “parti-devlet” şeklinde eski SSCB’de devletle bütünleşen SBKP gibi yönetenler, aynı zamanda yine partizan siyasi düzeninin kaçınılmaz anomalisi olarak bölgesel diskriminasyona dayalı bir “idari yapılanmayı” da bir hançer gibi memleketin bağrına saplamışlardır.

Örneğin, asırlardır Osmanlı-Türk aydınlığının ve kültür mirasının Kıbrıs’taki merkezi olan, İngiliz ve 1960 cumhuriyeti devrinde bile gücü tartışılamayan, tamamen Türk toprağı ve refah simgesi olan Lefke kentimiz;

Bu ülkedeki ganimet ve yağma düzenini kuranların sistematik bir şekilde diskriminasyonuna tabi tutulmuştur.

Rumların bile “İLÇE STATÜSÜNÜ” düşüremedikleri Lefke’yi, bu ülkedeki rejimin baronları uyguladıkları organize mahrumiyet politikalarıyla darmaduman etmişler, yalnızlığa ve bir şekilde manevi olarak KKTC sınırlarının dışına itmişlerdir.

Araştırın göreceksiniz… 1974 öncesinin şaşaalı, buram buram Osmanlı-Türk mirasının yaşadığı ve sosyo-ekonomik bakımdan adadaki Türk varlığının medarı iftiharı olan Lefke kentimiz;

Bugünkü “parti-devlet” rejimi tarafından önce ilçe hakkının elinden alınması, ardından sistematik bir tecrit politikasıyla göçertilmek üzeredir.

Ve bu diskriminasyon, haliyle Lefke’deki sosyo-ekonomik yaşam, kültür ve dahi spor alanlarına da yansımaktadır.

Örneğin, futboldaki Lefkoşa Dükalığı, Lefke ile Çetinkaya kulüpleri arasında oynanan son Federasyon Kupası finalinde inanılmaz tezgâhlarla Lefke takımının kupasını gasbetmiş ve bölgede büyük tepkiyle öfkeye sebep olmuştur.

Bardağı taşıran son damla” noktasındaki bu futbol adaletsizliği, aslında 35 yıldır rejim tarafından Lefke’ye uygulanan siyasi diskriminasyonun da son “icraatı” olmuş ve Lefkelileri adeta devletine küstürmüştür.

Bu haklı tepki ve öfkenin önümüzdeki günlerde artan bir şekilde devam etmesi ve Kıbrıs konusunda siyasi birtakım olumsuzlukları da tetiklemesi en büyük endişelerimiz arasındadır.

Bu durumu da hassasiyetle inceler ve değerlendirirseniz, vaziyetin ne kadar vahim bir tablo arzettiğini göreceksiniz.

Fakat Lefke’ye karşı neden böyle bir siyasi diskriminasyon uygulandığını da inşallah tanışır ve sohbet etme olanağı bulursak, görüşlerimizle birlikte sunarız Sayın Büyükelçi…”