Cumhurbaşkanı’nın, vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmamanın önemine dair bir şeyler söylediğini duyunca heyecanlandım. Konuşmanın detayını okuyana kadar, devletin en üst makamının, hükümetin son dönemdeki uygulamalarını eleştirdiğini düşündüm.

 

Ama “partizanlık o dereceye vardı ki sonunda Cumhurbaşkanı da çileden çıktı” demeye varmadan, işin aslının öyle olmadığını anladım. Meğer Sayın Eroğlu, tüm KKTC vatandaşlarının, kurulacak ortak devletin vatandaşı sayılmasını talep etmiş de, bu talebini temellendirmek için, “ayrım yapmayız” tezini öne sürmüş.

 

Keşke dışarıda “bizim yurttaşlarımız eşittir” yaklaşımıyla müzakere yürüten yetkililerimiz, bu hassasiyetlerini azıcık da içeride gösterseler. Ülkede günlerdir ayrımın dik âlâsı yapılıyor. Partizanlık almış başını gidiyor. Bakan, milletvekili, müsteşar, ilçe başkanı, delege… Çoğunun elinde birer liste, “en partili çocukları” seçmek için dolanıp kulis yapıyorlar.

 

Sayın Cumhurbaşkanı, vatandaşları arasında ayrım yapılmasını gerçekten istemiyorsa bu kepazeliğe karşı ses vermek zorunda değil mi? Ama hayır… Tehlikesiz sularda kalmaya devam… BM’ye ve Rumlar’a karşı “biz hepimiz eşitiz; kendimize size çiğnetmeyiz” diyerek diklenmek kolay. Durduk yerde içeriyi karıştırmanın ise lüzumu yok…

 

Öyle anlaşılıyor ki “içimiz ve dışımız bir olsaydı” şimdi çok daha iyi durumda olurduk. Müzakerecilerimiz yıllardır “eşitlik” diye diretiyor. “Siyasal eşitliğimiz kabul edilmeden çözüm olmaz…” sözünü dilinden düşüren tek bir cumhurbaşkanımız olmadı.

 

Lakin müzakere masasında bu kadar önemsenen şey, ara bölgeden kuzeye döner dönmez unutulup gidiyor. “Eşitlik”, işe alırken, arsa dağıtırken, kredi verirken kimsenin aklına gelmiyor.

 

Hepimizin ömrü ambargoların nasıl da insanlık dışı bir şey olduğunu dinleye dinleye geçiyor. Yöneticilerimiz her fırsatta dünyaya “bu haksızlığa son verin” çağrısı yapıyorlar. Fakat içeride acayip bir ambargo mekanizması işlemeye devam ediyor. Kendi partilisi olmayanları münhal dışı bırakmak bir çeşit ambargo değil de nedir?

 

Dışarıda başka, içeride başka standart uygulamak cumhurbaşkanlarımıza özgü değil. Toplumca çifte standartlarımız var. Yabancılara karşı epey mükemmeliyetçiyiz.

 

Örneğin Ercan Havaalanı’na inen turistlerin Haspolat’tan gelen kesif lağım kokusuyla karşılaşmasını dert ederiz. Ama bizim bu kokuyla yaşamak zorunda oluşumuzu pek umursadığımız söylenemez.

 

Girne, “turistik kent” olduğu için temiz olmalı. Bizim için değil... Gazetelerimizde her çöp manzarası “yabancılara rezil oluyoruz” diye yayınlanıyor. Peki bizim pislik içinde yaşamaya mahkûm edilmemiz normal mi? Yabancılara karşı kusursuzun peşindeyiz ama kendimize karşı alabildiğine özensiz ve acımasız davranıyoruz.

 

Cumhurbaşkanlarımız bizi temsil ettikleri yabancı ortamlarda bizim için en iyisini talep ediyorlar. Biz de ülkemize gelen yabancılar, mükemmel bir hayat yaşadığımızı sansınlar istiyoruz.

 

Biz “iyi”yi kendimiz için ve içtenlikle talep ettiğimiz gün, belki yöneticilerimiz de dışta başka görünüp, içte başka davranmaya son verirler…