28 Ocak ve 2 Mart… Katılımı yüksek iki büyük miting…
Ardından partisel muhalefetin geri durduğu, marjinal unsurların ön plana çıktığı, arbede, katılım ve organizasyon zafiyeti yaşanan Meclis önündeki 7 Nisan eylemi…
Ve nihayet referandumdaki “evet” iradesini anma amaçlı olarak muhalefetteki iki partinin organizasyonuyla düzenlenen 25 Nisan mitingi…
Katılım grafiği giderek düşüyor. Sebeplerini ayrıca tartışırız.
Şimdi de iki gün sonra bu kez “Sendikal Platformun” organizasyonunu üstlendiği 1 Mayıs mitingi var…
Katılım, heyecan ve etkisi bağlamında düşüş trendi gösteren mitinglere bakıp, 1 Mayıs mitingi için bir kehanette bulunmak istemem. İşçinin-emekçinin bayramının layıkıyla kutlanmasını da dilerim ama… Görülen odur ki;
İster sendikal, ister siyasi muhalefet olsun… İsterse “toplumsal muhalefet” bağlamında güçlerini birleştirerek yaptıkları organizasyonlar olsun…
Bu türden eylemler konusunda artık esaslı bir taktik-strateji değişikliği şart olmuştur.
Eğer halkımız gerçekten mevcut siyasi rejimden kurtulmak istiyorsa;
Rejimin en güçlü kalesi ve merkez üssü olan Lefkoşa’dan bir süreliğine çekilmek ve eylemliliği bölgeler sathına taşımak şarttır.
Bu tür eylemlerin Başkent’te devam etmesi, siyasi rejim ve iktidarlarının da burada yoğunlaşan güçlerini etkili bir şekilde harekete geçirmesine, tahkimatını artırmasına sebep olmaktadır. Sonunda da eylemler ya sonuçsuz kalmakta, ya da rejimin devrileceği son hamle olması gereken Başkent’te, iktidarların duyarsızlığı sonucu gereken yankıyı bulmamaktadır. Böylece demoralizasyona, heyecan düşüklüğüne ve motivasyonsuzluğa sebebiyet vermektedir.
İşin içine marjinal grupların karışmasıyla çıkan olaylar da, kitlesel katılımın giderek daha fazla erozyona uğramasını beraberinde getirmektedir.
Tüm bu olumsuzluklar, daha baştan memleketin bütün bölgelerine yılgınlık olarak yansımaktadır.
Çünkü Lefkoşa, siyasi sistemin en güçlü unsurlarını barındırmakla kalmayıp, aynı zamanda anamalcı rejim yanlısı güçlerin ve son tahlilde beslendikleri düzene arka çıkan kaypak bir bürokrasinin merkezidir.
Bu ülkede mevcut siyasi sistemi değiştirmek, köklü bir dönüşüm anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, kitlelerin meydanlara yoğun katılımlarıyla sonuç alınabilecek demokratik devrimci bir süreç olacaksa bu;
Yolu yok… Başkent’i en son düşürecek ve yeni bir demokratik rejimin bayrağını mevcut acımasız rejimin burçlarına o zaman dikeceksiniz.
Dünyada hemen hemen bütün devrimci demokratik süreçler böyle yaşanmıştır ve işe rejimin en güçlü olduğu Başkentlerden başlanmamıştır.
Küba devrimi Başkent Havana’da değil ülkenin mahrumiyet bölgelerinden başlayan mücadeleyle en sonunda Santa Clara’da kazanılmış, halk kitleleri Havana’ya sadece törensel bir giriş yapmışlardır. Nikaragua’da da benzer bir süreç takip edilmiş ve demokratik güçler Başkent Managua’ya girdiklerinde diktatör Somoza ülkeyi çoktan terk etmişti.
Elbette bu ülkenin demokratik değişim yönündeki kavgasıyla Küba ve Nikaragua devrimlerinin enstrümanlarının benzerliği pek yoktur…
Lakin demokratik dönüşüm ve değişim stratejilerinin seyrinin “bölgelerden merkeze” bir stratejiyle başarı şansı yakaladığını da, dünyadaki kitlesel demokratik eylemlilik pratiğinden dersler çıkararak öğrenmek gerekiyor.
KKTC’nde de daha demokratik, daha çağdaş ve insan odaklı bir rejimin kurulabilmesi yolunda, mevcut rejimin Başkentini öncelikle ve daha fazla zorlamak, onu zorlayan güçlerin helak olmasına ve yılgınlığın ülke çapına yayılmasına neden olabilecektir.
* * *
Kuzey Kıbrıs’ın dört yanından, hemen her bölgesinden acı acı feryatlar yükselmektedir. Mevcut rejimin bunalttığı, acımasız bir diskriminasyonla mahrumiyete ittiği pek çok bölgemiz vardır şu küçücük coğrafyada…
Bu bölgelerimizde yaşayan insanlar Lefkoşa odaklı adaletsiz ve gaddar bir siyasi rejimin ablukası altındadır. Feryat etmektedirler ama bir başkaldırı için yeterince örgütlü değildirler.
O zaman bu ablukayı ters çevirmek, bu kez Lefkoşa’daki rejimin merkez üssünü kuşatmak gerekmektedir. Ancak Karpaz’dan Yeşilırmak’a her bölgeden yükselerek adım adım Başkent’e yaklaşacak olan demokratik bir kıskaç bu rejimi devirebilir.
Hareketi öncelikle siyasi sistemin tecrit ettiği bölgelerden örgütleyip olgunlaştırarak Lefkoşa’nın sınırına dayamak kaçınılmaz olmuştur.
Kimbilir belki de rejimin sahipleri, kitleler daha Lefkoşa’ya girmeden ülkeyi terk ederler.