Aytuğ Türkkan'ın köşe yazısı...
Nisan ayı biz Kıbrıslı Türkler için tarihi dönemeçlerin yıldönümüdür…
24 Nisan 2004 Annan Planı referandumu ve 23 Nisan 2003 Ledra Palace Sınır Kapısı’nın açılışı..
Genç bir gazeteci olarak bu unutulmaz anlara tanıklık etmek paha biçilemez bir tecrübeydi…
Bu sürece gelirken içinden geçtiğimi süreci hatırlamakta elbette fayda var…
Ülkemizde batan bankalar, eylemler.. Ekonominin içler acısı durumu…
Ya Türkiye.. Başbakan Ecevit’e yazar kasa fırlatan esnaftan, Cumhurbaşkanı Sezer’in anaysa kitapçığı krizine yaşanılan derin ekonomik çöküntü!
Ve bir anda Türkiye’de ilginç bir sürecin yarattığı sonuç ile karşı karşıya kaldık… Bildiğimiz köklü partiler deyim yerindeyse döküldü, Recep Tayyip Erdoğan ile o dönemki farklı siyasi eğilimlerden oluşan kişilerin vizyona çıktığı Ak Parti kadrosu tek başına iktidara geldi…
Türkiye’deki yeni ekip, hareketlenmeye başlayan Kıbrıs sorunu sürecinde farklı bir yaklaşım sergiledi.
Türkiye, AB, BM… Herkes Kıbrıs’ta federal çözümü dillendirmeye başladı…
Baştacı olan Denktaş, istenmeyen adam ilan edildi…
Meydanlar insanlarla doldu taştı…
“Kıbrıs’ta Barış Engellenemez” sloganları tavan yaptı..
Öyle bir süreç ki; ülke tarihinde ilk kez sol partilerin Başbakan çıkardığı bir hükümet ortaya çıktı.. Mehmet Ali Talat Başbakan, Serdar Denktaş yardımcısı oldu…
CTP hem dünyanın, hem Türkiye’nin desteğiyle çözüm rüzgarını arkasına aldı, Amiral Gemisi olarak tabir edilen Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanlığı’nı kazandı… Slogan da netti: Açın kapıları…
Bu tecrit artık bitmeli, Avrupalı olmalıydık…
20 Nisan 2003’te Ledra Palace Sınır Kapısı’nın ertesi gün açılacağını öğrendik…
O dönem Halkın Sesi’nde çömez bir muhabirdim… Ama ne heyecan.. Binler kapıya akın etmiş… Duygu seli, gözyaşları…
Kapıların açılması sürecin en önemli noktası oldu.. Bu süreç bizi bir çözüm planına taşıdı…
Tam bir yıl sonra 5 versiyon değişen Annan Planı referanduma götürüldü…
Kıbrıslı Türkler Avrupalı olacaktı, Avrupa demek para demekti, çağdaş bir yaşamdı…
Kocaman bir EVET yükseldi…
Ama bugün dahi sol partilerimizin sırtını dayadığı AKEL ihanet etti, çözümü barışı istemedi, birlikte yaşama sırt çevirdi…
Dönemin lideri Papadopulos son gece ekrana çıktı, gözleri yaşlı “Devlet aldım, topluma onay vermem” dedi ve tarihi sürecin ipini çekti!
Çok sözler verildi… Gerek Türkiye’deki dönemin yetkilileri, gerek BM Güvenlik Konseyi’ni oluşturan ülkeler gerekse Avrupa Birliği…
“Evet deyin tecrit bitsin”, “bir evet ile ambargolar kalksın” dediler…
Kıbrıslı Türkler (ben de onlardan biriyim) Avrupalı olmaya, barışa, çözüme, sınırların kalkmasına, askersiz bir ülkeye EVET dedi…
Dedik de ne oldu?
Aradan yıllar geçti… Ne tecrit bitti, ne de izolasyon ve ambargolar kaldırıldı!
Çok acı bir tecrübe yaşadık…
Evlerimizi dahi terk etmeyi kabul etmiştik oysa…
Peki geçen bunca yılda ne oldu, hangi söz tutuldu? Hangi batılı ülke bu gariban Kıbrıslı Türklerin sesini duydu..
Hadi bizi tanımayacaksınız… Hadi zengin olmayalım diye ticaret yapmamıza da izin vermeyeceksiniz…
Peki sportif ve kültürel anlamda dahi nefes almamamız için boğazımızı sıkan Rum Yönetimi’ne neden bir batılı ülke ses etmedi?
O sürecin tek kazanımı olan Yeşil Hat Tüzüğü bile Rum eliyle çalışamaz duruma getirildi!
Kimilerimiz benim gibi evet dedik de ne oldu diye sorguladı, kimileri görmezden gelip illa federasyon diye devam etti.. Ama aslında yaşanılanları en salt haliyle bir psikiyatri profesörü ortaya koydu…
Dünyaca ünlü Kıbrıslı Türk Psikiyatri Profesörü Vamık Volkan bu coğrafya için en gerçekçi değerlendirmeyi yaparak, “Delikli peynir modeli” ni ortaya attı!
Uzun makaleler okumak isteyenler araştırıp bulabilir ama ben size iki cümle ile özetleyip nedir bu delikli peynir modeli:
“Kıbrıs sorunu çözülmez.. Çözüm şekli de zaten devrede; sınır kapıları açıldı, karşılıklı geçişlerle insanların ihtiyaçları giderildi…”
Tarihi sürecin bizi getirdiği noktayı sanırım Vamık Hoca’dan daha iyi özetleyen olmadı!