Ne umutlarla dünyaya getirmiştin iki çocuğunu... 63’le birlikte devam eden “karanlık” yıllardaysa ben dünyanın kapısını çalmıştım, bütün sıkıntılarının içinde... Zordu senin için, hepiniz için bir üçüncü çocuğu yaşatmak... Ama tüm gel-gitlerine rağmen bırakmadın, vazgeçmedin benden...
 

Karnına attığım ilk tekmemden, Nafiye Ebe’nin, içinden çıkarıp yüzümü sana tuttuğu ana ve sana dün baktığım en son bakışa kadar biliyorum ki hiç azalmadı var olan karşılıksız sevgin bana...

Kaç yüz gece uykusuz kaldığını, silah sesleri duruncaya kadar başucumdan hiç ayrılmadığını, kol kanat gerdiğini, hastalığımda imkanın olsa içindeki canı kaç kere çıkarıp bana vermek istediğini bilemiyorum anacığım...


***

Zamanın ne kadar acımasız olduğunu hep biliyorduk...

Daha dün gibi oldu Güney’den üç çocukla Kuzey’e geçişin... Hiç hesapladın mı, benden tamı tamına 8 yaş daha gençtin o yıllarda... Babamın ne zaman esir kampından çıkacağını bilmeden, cebimizde üç-beş kuruşluk güvenceden başka birşey olmadan nasıl da dimdik duruyordun zorlukların karşısında...

Bir yaz tatili taşınması gibi oluvermişti herşey... Sanki babamın tayini çıkmış da başka kasabaya gitmiş gibiydik, babam da arkadan hemen gelecekmiş gibiydi... Başımızı sokacak bir dam altı bulmak, boğazımızdan sıcak bir çorba geçirmek, üstümüzü başımızı temin etmek, hepsi ama hepsi senin görevindi yine...


***

 

Ne, neşeme neşe katmak için o imkansızlıkları kaç kez kırdığının,

Ne, beni dünyanın en özel evladı hissettiren o duruşu nasıl başarabildiğinin,

Ne, üzüntülerimi nasıl şüzerek, bana hiç belli etmeden kaç kez alabildiğinin hesabını tutabildim...

Bildiğim sadece tek bir şey vardı ki; sen Anacığım, başkalarının sahip olamayacağı güzellikte bir anneydin, en iyisiydin, en mükemmeldin... Hep yanımdaydın, hep arkamdaydın, hep önümdeydin... İstediğim veya istemediğim her an koşulsuz oradaydın...

Savaş yılları da olsa, içtiğim her sudaydın, yediğim her sokum ekmekteydin, her oyunumdaydın, benim dünyamdın...

Bahçemizdeki mevzide mücahitlere yıllarca pişirdiğin yemeklerde ayaklarının içinde, babamın gece nöbetlerinde senin sıcacık, güvenli kollarındaydım... Gündüz işten gelmeni beklerken de gözlerim ve kulağım hep kapının eşiğindeydi...


 

***


 

Esas mesele ne Anacığım biliyor musun! Ben büyürken değil de büyüdükten sonra farkedebiliyorum senin ne kadar “kutsal” ve de taklit edilemez olduğunu...
 

Ben biliyorum ki sen beni hep karşılıksız sevdin ve hala seviyorsun... Bana sadece ve sadece sen çocukluğumu anlattıkça içimdeki çocuk hep yaşayacak... Ve anacığım ne olur içimdeki çocuğu hep yaşat...

Yuvadan uçup gitsem de, o çocuğun yine anasının kol kanadına ihtiyacı olduğunu ne olur unutma... Koskoca bir ömrü evlatlarına karşılıksız vermenin sonu yok anacığım... Kapını yeterince çalmasam da, telefon etmesem de sen bu karşılıksıksız sevgiye biliyorum ki kesintisiz devam edeceksin...
 

Ancak ne kadar bencil, ne kadar acımasız, ne kadar sana sevginin karşılığını veremesem de bil ki hep senin sevginle beslendim bugüne kadar... Ve şunu da bil ki senin karşılıksız sevgin olmaksızın da bu dünyada yaşamanın hazırlığını henüz yapmadım...

Bu nedenle Anacığım, senden yine bencilce bir taleple, yine benim için uzun ömürler diliyorum… Seni çok ama çok seviyorum Anacığım...