Temmuz ayı beklenildiği gibi kavurucu sıcaklarla gelmedi.

Yine de… Meteoroloji sıcakların önümüzdeki günlerde mevsim normallerinin üzerinde seyredeceğini belirtiyor.

40 yıl sonra ilk kez Lefkoşa’nın cehennem sıcağından uzak bir Yaz geçireceğim için kendimi şanslı kabul ediyorum.

Artık zaten geceleri de eskisi gibi değil Lefkoşa’nın…

Yoğun nüfus, “kuru kalabalık”, hızlı ve önü alınamaz tıkış tıkış bir yapılaşma, Lefkoşa’nın bir zamanlar serininde balkon keyfi yapılan akşamlarını da berbat etmiş bulunuyor.

Batı’ya bakan pencereler artık bir başka evin veya apartmanın duvarına açılabiliyor.

Nergiz, yasemin, gecetüten ve ful kokulu akşamlar yerini, kesif lağım, alkol ve egzos gazlarının kokusuna bırakmış…

Lefkoşa’nın Yaz aylarında tek avantajı olan geceleri de artık bu kentin karakteri gibi hayal oluyor.

Yağmur sonrası o ferahlatan toprak kokusu bile kalmadı Başkentin…

Vaktiyle bir büyüğümüzden dinlediğim bir hikâye vardı Lefkoşa’nın neden Başkent olarak seçildiğine dair…

Adayı ilk ele geçirenler veya ilk yerleşik kavmi – her kimseler – burayı o dönemlerde de çok sıcak bulmuşlar.

Ama yine de “en azından Başkentimiz bu adadaki en serin, en ferahlatıcı bir mevkide olmalı” demiş o dönemin egemenleri…

Ve – dağlar hariç – adanın dört bir tarafında Başkentin yerleşmesi için uygun buldukları pek çok coğrafi mevkiye taze kesilmiş hayvan ciğerleri asmışlar.

Hangi bölgedeki ciğer sabaha kadar bozulmadan ve kokmadan tazeliğini muhafaza ediyorsa o bölgede olacak Başkentimiz” demişler.

Ertesi sabah geceden asılan ciğerleri kontrol için gittiklerinde ise, hemen hemen bütün ciğerler ya tamamıyla bozulmuş, ya da hafiften bozulmaya yüz tutmuş.

Bir tek bugünkü Lefkoşa’nın üzerine oturduğu platoda sabaha kadar bekletilen ciğerler bozulmamış, tazeliklerini yenilebilecek derecede muhafaza etmişler.

Böylece Başkentin Lefkoşa olmasında karar kılmış dönemin yöneticileri…

Ancak herhalde onları tarihin derinliklerinden çekip ışınlayarak bugünkü Lefkoşa’ya “gelin de burada yaşayın” diye taşıyacak olsak, o Yaz gecelerinde bile insanı ürperten çarpıcı esintisi neredeyse kalmayan Lefkoşa’nın kendi Başkentleri olup olmadığı konusunda ciddi tereddüde düşeceklerdir.

Kimisi de Lefkoşa’nın üzerinde kurulu olduğu çanağın altında çok zengin su rezervleri olduğunu ve bu durumun da insanların Başkentin kavurucu sıcağına dayanmalarına yardımcı olduğunu söylerler.

Örneğin bugünkü Maliye Bakanlığı’nın bulunduğu yerde bir zamanlar bir de buz fabrikası vardı ve Lefkoşa bölge halkı o günlerin zor koşullarında buz ihtiyaçlarını buradan tedarik ediyorlardı.

Bir gün, daha ortaokula yeni başladığım yaşlarda benim de yolum buz fabrikasının girişinde buzların satışından sorumlu görevlinin bulunduğu küçük ofisin girişine düşmüştü. Buz almaya gelen müşteriyle sohbet esnasında görevlinin;

Buranın altı okyanus, okyanus, istemediğin kadar su var” dediğini hatırlıyorum.

Bundan üç-beş yıl önce de, Kumsal parkını elinde akan suyun şiddetinden zaptedemediği hortumla sulamaya çalışan bahçıvana “bu ne biçim su?” diye sorduğumda;

Aha buz fabrikasının altından gelir bu su, daha motor falan yok, gendi başına bu tazyiği verir, hele bir da elini uzat, donan vallahi donan” diye cevap vermişti.

Daha sonra o da, o bölgenin altındaki büyük su rezervlerinden söz etmiş ve sırf bu yüzden en ciddi kuraklığın bile bu su sayesinde Lefkoşa’da hissedilmeyeceğini söylemişti.

Herneyse ama… “Bu Lefkoşa muhabbeti de nereden çıktı böyle yırtık çamaşırdan çıkar gibi aniden?” diye sorabilirsiniz şimdi…

Ne bileyim… Öyle geldi işte…

Lefke’den ilk kez Lefkoşa’ya göç ettiğimiz zaman, o daha az bozulmuş, tahrip edilmiş ve iklimi biraz daha dayanılır olan Başkente dahi alışamamıştım 40 yıl boyunca…

Şimdi arada bir uğruyorum ve bir an önce kaçmak için can atıyorum.

Bu şehir sadece nüfus, iklim ve bozulan silüetiyle çiğnemiyor insanları…

Bizans misali, okyanus gibi entrika ve sahteliği de çok fazla biriktirmiş, depolamış…

Statükonun kalesi işte… Her türlü alengirli işin yeraltı sarnıcına dönüşmüş durumda…

Bunun için bu kadar özlüyorum hala Lefke’yi…

Bunun için kıyamam Lefke’ye…

Toprağına, havasına, suyuna kurban olduğum Lefke…

Bunları söylemek için yazdım bu yazıyı…

- - - - -