Kıbrıs sorununun 2012 yılının ilk altı ayında bir çözümle noktalanabileceği konusunda savunduğum önemli göstergelerden bir tanesi, adanın gerek Kuzey, gerekse Güney’indeki sosyo-ekonomik çalkantıların giderek daha da olumsuz bir grafik izlemesiyle, her iki tarafın Kıbrıs’ta bir siyasi çözümü tek çare olarak düşünebilecekleriydi.

                             

 KKTC’ndeki sosyo-ekonomik ve siyasi yapı süratle çökme noktasına ilerliyor. Halkın pek çok devlet kurumuyla sivil otoriteye zerre kadar inanç ve güveni kalmamış.

                               

Kendi başımıza kendi “evimizin içini düzeltip” köklü bir restorasyon veya tamamen yeni bir bina yapmaya ne irademiz var, ne de gücümüz…

                               

Dönemin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakanı, Başbakan Yardımcısı, (şimdilerde TBMM Başkan Adayı) Cemil Çiçek’in KKTC’nin akıbeti ile ilgili acı tespitini hatırlayalım:

                             

 “KKTC Ekim’de batar”…

                              

Bunlar hesap edilmeden söylenmiş sözler değildi.

                              

KKTC’ne kaynak akıtan Türkiye’nin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakanı bunları söylüyorsa, bir bildiği vardır mutlaka ve kendisine “gaipten gelen haber” üzerine yapmadı bu açıklamayı…

                              

Zaten görünen köy kılavuz istemez, görünen “aysberg” de kılavuz kaptan istemez. Güm diye vuracağız sonunda buzdağına ve feryatlar içinde gömülme süreci başlayacak.

                              

Siyasi sistemi kökten değiştirme gibi bir umudumuzun kalmadığını da düşünürsek ne olacak?

                              

İşte zaten o dönemlerde Kıbrıs sorunu ile ilgili trafik iyice yoğunlaşacak, Türkiye çözüm inisiyatifine güçlü destek verecek ve büyük ihtimalle de cankurtaran yeleğimizin adı “çözüm” olacak.

                              

Çözümün karakteristiği 24 Nisan 2004’deki gibi olmayacak belki ama kim şekillendirirse şekillendirsin, fırtınalı bir denizde savrulurken karşımıza bir şekilde bir “çözüm limanı” çıkarılacak.

                              

Eh… Siz olsanız ne yapardınız bu durumda?

                              

“İstemem, ben bu ‘kusursuz fırtınalı’ denizde ceviz kabuğu gibi savrulup sonunda dibi boylayacam” mı diyeceksiniz?

                              

Bunu ne Kıbrıslı Türkler ister, ne de Türkiye’deki hükümet…

                              

Burada halkın ve ülkenin acıları üzerinden saltanat süren veya sürmeyi hayal edenler isteyebilir de onlardan başka kimse istemez.

                               

Tabii Cemil Çiçek’in sözünü ettiği “KKTC Ekim ayında batar” noktası, daha çok mali bir iflası işaret etmektedir.

                              

Lakin buna koşut olarak ve dahi Ekim’i bile beklemeden, KKTC’ndeki siyasi yapı da olduğu gibi göçebilir.

                              

İşte size sadece son günlerde yaşadığımız bir örnek:

                              

Bir ülkenin bağımsızlığı, egemenliği ve halk iradesinin yansıması gereken en güçlü kurumu pozisyonundaki şu Meclisimizin haline bir bakar mısınız?

                              

Bırakın artık ülke yararına, halkı esenlendirecek ve ekonomide toplumu yaralamadan çıkarılacak yasaları… Vekiller, tartışmak ve hatta kavga etmek için bile Meclise gitmiyorlar artık…

                              

Gerek iktidar, gerekse muhalefet vekilleri… Onlar da artık bıktı usandı havanda su dövmekten…

                              

Çünkü ülkedeki mevcut siyasi rejim,1980’li yılların ortasından itibaren, yani çeyrek asırdan bu yana, halkın iradesinin yansıması gereken ve demokratik bir devletle egemenliğin en önemli simgesi konumunda olan parlamentonun işlevselliğini de sistematik olarak neredeyse sıfırladı.

                              

İcraatlarını DLG ve örgüt başkanlarıyla ve parti kurullarında ayarlayan “parti-devlet” rejiminin ağababaları,Meclisi bu nedenle adeta “by-pass” ettiler ve sonunda memleketin de içine ettiler.

                              

Öyle ya… Meclis mi dinler rejimin iktidarı?

                              

Biraz zorlandı mı, basar “kanun hükmünde kararnameyi”, ortada ne parlamentodaki “halk iradesi” kalır ne de bu iradeyi temsil ettiklerini zanneden vekillerin herhangi bir fonksiyonu…

                              

Anlayacağınız hadi biraz zorlarsak, en geç Ekim-Aralık döneminde, sadece ekonomik değil, siyasi olarak da iflasın eşiğine gelmiş olacağız büyük ihtimalle… Ve o dönemde “Kıbrıs çözümü” de aynı eşikte olacak.

                              

Ne dersiniz?

                                           *                   *                   *

                              

Güney’e gelince…Batmakta olan Yunanistan’da yatırımları, Yunan Bankalarında faize yatırılmış büyük paraları olan Güney Kıbrıs sermayesi de kaybetme trendinde artık… Yeni ekonomik önlemler can yakıcı ve yakında Güney Kıbrıs’ta da ciddi huzursuzluklar Yunanistan’dakine benzer şekilde sokağa taşabilir.

                              

Hristofyas gidebilir ve yılsonunda bizim eşiğimize gelecek çözüm formülü, ona daha sıcak bakabilecek yeni bir Rum liderliğiyle Güney için de tutunacak dal olabilir.

                             

“Olmaz olmaz” demeyin… Nelere şahit olduk şu Kıbrıs’ta?