Yazımda Demokrat Parti’nin Cumartesi gecesi gerçekleştirdiği 20. kuruluş yılı kutlama şöleni ve “Geliyoruz” mitingi ile sabah DP Genel Başkanı Serdar Denktaş’ın ülkenin ileri gelen köşe yazarlarına verdiği kahvaltıda ortaya çıkan konuları işleyecektim. Bugün sabah basınımıza bir göz attığımda başlığı “üç ayrı duruş”a çevirdim ve aklımdakini değişik bir perspektifle işlemeye karar verdim.
Kahvaltıda Serdar Denktaş bizlere akşamki mitingde dağıtılacak olan DP’nin iktidarda yapmak istediklerinin vizyonu olan bir kitapçık dağıttı ve hepimizden gelen soruları büyük bir samimiyetle yanıtladı. Hatta bir noktada herkesin görüş belirttiği bir yuvarlak masa toplantısını andıran anlar bile oldu.
Basına göz atıyorum... UBP’nin Hamitköy örgüt başkanlığı seçimi bakanlar, milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı’nın kızının bile katılımı ve Cumhurbaşkanı Eroğlu posterlerinin bazı duvarlara asılmasına kadar gidecek bir gerginlikle gerçekleşti. Neticede Başbakan Küçük’ün adayları tam kadro kazandı ama yarışın da bir anlamda Bakan Ahmet Kaşif ile beraber partiler üstü olması gereken CB Eroğlu ve Başbakan Küçük arasında olduğunun kanıtları bir daha su yüzüne çıktı.
1 Eylül Dünya Barış Günüymüş. Dünyada gerçek barışa ulaşmaya çalışılacağına sloganlar atıp danslar yapılması için bir gün işte. Dev-İş, CTP ve TDP Ledra Palas’tan ara bölgeye geçip Enosis’in hala daha parti kararı olarak durduğu “barışçı” AKEL ve PEO ile birlikte “Barış ve Yeniden Birleşme Buluşması” düzenlediler ve vur patlasın, çal oynasın eğlendiler.
Ayni anda ise Serdar Denktaş Atatürk Meydanı’nı dolduran kalabalığa seslenirken Bu ülkede bir tarafta ‘çözüm olursa bütün sorunlar çözülür’ diyenlerle, ‘hiç bir şey olmaz. Türkiye nasıl olsa verir’ diyenlere ‘durun bakalım!’ dememiz gerekir” diyordu. İşte yazımın başlığını bundan dolayı “Üç ayrı duruş” olarak attım.
İktidardaki UBP herşeyin iyi olduğunu, yani gelecekte de şu anda içinde bulunduğumuz durumun devamını beklememiz gerektiğini söylüyor. Ana muhalefet partisi CTP ve onun gibi düşünen kesim de her sorunun ortadan kalkmasını Rumlarla yapılacak anlaşmaya bağlamış durumda. Yani konu ne olursa olsun “anlaşma olsun, bu sorun ortadan kalkar”ı esas çözüm olarak önümüze ısıtıp ısıtıp sürüyorlar.
İşte bu noktada Demokrat Parti’nin hem köşe yazarları ile yapılan kahvaltıdaki yaklaşımı hem de Serdar Denktaş’ın mitingte yaptığı konuşma ile dağıtılan kitapçığın içeriğine baktığımda farklı bir yaklaşım gözlemledim. Verilen mesaj içinde bulunduğumuz sorunlardan kurtulabileceğimiz ve bunu da Kıbrıslı Türkler olarak bizlerin başarabileceğimiz idi. Yani kendimize güvenmemiz gerektiği ve bu sorunları aşacak güç ve beceriye sahip olan bir halk olduğumuz vurgulandı. Ne “boşver ben senin kızını işe alayım da Anavatan parayı gönderir” ne de “ne olursa olsun hemen çözüm, şimdi” teslimiyetçiliği. Bizler çalışıp ev ödevimizi yapalım ve Anavatan’la 1974 öncesinde olduğu gibi ihtiyaçlarımızı işaret ederek gerçek ve saygın bir işbirliği içerisinde sorunları bir bir aşmak için çalışalım dendi.
Örneğin işsizlik konusunda alışılagelmiş bizden olanları koruyacağız felsefesi yerine Serdar Denktaş “üniversiteyi bitirmiş, elinde altın bileziği olan değerli gençler, yalan vaatte bulunmak yerine ben sizlere iş dilenen değil, iş veren fırsatı yaratmak istiyorum” dedi. Bence halkımız tarafından özlenen ve beklenen de işte budur. Yani hiçbir işi başaramayan, bir kenara atılmış bir halk değil, “ben bunu başarırım” inacıyla işe koyulan ve Anavatan’ına gerektiğinde iyi planlanmış projelerle gidip yardım isteyen bir KKTC.
Köşemde kahvaltının veya mitingde yapılan konuşmanın tüm detaylarına girmeme imkan yok ancak DP’nin halka “üçüncü” bir vizyon sunduğu ve aslında yeni olmayan ama son 30 yılda halkımız tarafından unutulan “biz de çalışırsak başarabiliriz” inancı ile sorunların aşılabileceğinin bir başlandıç noktası olduğu mesajının kesin olarak verildiğini söyleyebilirim.
Seçimler yaklaşırken değişik vizyonların detaylarına girecek bol bol fırsatımız olacaktır...