Toplumlar sürekli dönüşür. Bazen hızlı, bazen yavaş... İçine girdikleri ekonomik ve politik ortamlar onlara yeniden şekil verir. Üretim ilişkileri değiştikçe toplumlar da başkalaşır.

Buna karşın her toplum aynı zamanda biraz da geçmişte kalır. Toplumsal hafıza öylesine belirleyicidir ki her “yeni”de, “eski”yi yaşatır. Böylece yeni toplumsal yönelimler, bir tür toplumsal genetik koda uygun olarak biçimlenir.

Kıbrıs Türk toplumundaki dönüşüm son derece belirgin. Toplumsal değişimin hatları, geçiş toplumu olduğumuzu anlatmaya yetecek kadar keskin.

Hayatı eskisinden farklı yaşıyoruz. Yeme içme, barınma, giyinme, çalışma ve eğlenme alışkanlıklarımız değişiyor.

Fotoğraf için verdiğimiz pozlar bile nasıl da farklılaştı... Gözleri kaçıran mahcup bakışların doldurduğu albümler artık soldu.

Fotoğraf makinesinin önünde itaatkâr bir şekilde oturan ve ellerini dizlerinde birleştirerek saygı duruşuna geçen dedelerimiz, nenelerimiz tarih oldu. Siyah beyaz silüetleri silindi silinecek...  

Anne babalarımızın ürkek ama cıvıltılı gençlik pozları da mazide kaldı. Şimdi moda, bedeni bir manken gibi yana döndürüp, sağ ayağı öne çıkarmak ve dudağı muhakkak öpücük hareketiyle öne uzatarak, şuh bir şekilde kısılmış gözleri kameranın tam ortasına kilitlemek.

Fotoğraflardaki bakışlarda bile toplumsal değişimin ipuçlarını yakalamak mümkün: Çekingen, itaatkâr ama sağlamcı bir toplumun yerini cevval, cüretkâr ama tedbirsiz bir başka toplum alıyor.

Bazı anketlere göre gökdelen yapılmasını en fazla gençler istiyormuş. Gökdelene en çok karşı olanlarsa 65 yaş üstündekilermiş.

Gençlere göre gökdelen demek modernleşmek demek. Zaten gökdelen propagandası dönüp dolaşıp hep modernleşmeye bağlanıyor. Ne demişti Girne’deki projenin sahibi: “Kıbrıs Avrupa yolunda adımlar atmak istiyor; burası bir Afrika ülkesi değildir...”

Bu durum “Kıbrıslı gençler modernleşmek istiyor ama geri kafalı yaşlılar eskide takılıp kaldı” denilerek anlaşılabilecek bir durum değil.

Modernleşmek aslında Kıbrıslı Türkler’in tarihsel hedefidir. Ayrıca toplumsal hafızamızda yer etmiş en güçlü duygu da modernleşme arzusudur. 

Bakın bundan 104 yıl önce kaleme alınmış bir gazete yazısında neler söylenmiş:

“Gözümüzü açalım, düştüğümüz şu alçaltıcı hastalıktan yakamızı kurtarmaya çalışalım. Bu hastalığın en etkili ilacı ticaret ve sanattır, bunların koruyucusu eğitim öğretimdir. Çalışıp çabalayalım, kalkınanların izledikleri yoldan gidelim. Tehlikenin büyüklüğünü az çok gören uyanık kişilerin sözlerine bakarak, okullar açmaya, tekmil eğitime, ticaret ortaklıkları oluşturmaya özen gösterelim. Çünkü böyle yapmazsak çok sürmez her türlü umutlar, fırsatlar elden gidecek; bizim de ah vah çekmekten başka bir avuntumuz kalmayacaktır.”

Adada tutunabilmek için eğitimde ve iş yaşamında modernleşmek gerektiği, Kıbrıslı Türkler’in toplumsal hafızaya kazıdıkları bir bilgi...

Gençlerin modernleşme arzusu da sadece güncel koşulların değil, aynı zamanda bu zihinsel mirasın sonucu.  

Sorun şu ki, her trendi buyruk saymak, tehlikeli bir ataklığın göstergesi. Modernleşirken atalara kulak tıkamak yanlış. Çünkü onlar hiç de sandığımız kadar “geri kafalı” değiller.