Güçlü, kuvvetli bir adamın, zayıf ve kuvvetsiz birini dövmesi kolaydır...
   İki tokat atar, yere düşürürsün...
   Sonra etrafındakilere bakarak ‘güçlü erkek’ olmakla övünürsün...
   Bir tokkatta adamı yere devirmek, bizim gibi ülkelerde büyük bir başarıdır...
   Kültürümüz de buna uygundur...
   Vurdu, devirdi, aferin...
   Bir başka kültür ise, denetimsizlikten veya aşırı partizanlıktan yararlanarak, kısa yoldan köşe dönmek, vergisiz, kaçak yaşam sürmek, ama gerektiğinde efelenmektir...
   İstersem onu da satın alırım, bunu da ve sana gücümü gösteririm!..
   Bunca zaman gösteren, gösterdi zaten...
   Daha fazla örnek vermeyeceğim...
   Biz 1974’te ne yaptık?..
   Vurduk tokadı ve devirdik...
   Sonrasında?..
   Rahmetli Ecevit’in de desteğiyle kendi kendimize ‘particilik’ oyununu başlattık...
   Yıllar içinde yüzlerce insanı bu oyunun içine katarak, ülke yönettiğimizi sandık...
   Halbuki yönettiğimiz bir şey olmadı...
   Sadece kendimizi aldattık...
   Olanları yok etmekten başka hiçbir şey yapmadık...
   Asırlık pınarları kuruttuk...
   Dere yataklarını çöplüğe dönüştürerek, sel falektlerine davetiye çıkardık...
   Göletlerin çoğunu kendi kaderine terk ettik...
   Türkiye’nin yardımlarıyla hayata geçirilen barajlara da gerekli ilgiyi göstermedik...
   Nüfusu artırma politikası uygularken, bu kadar insanın su ve tuvalet ihtiyacını nasıl karşılayacağımızı düşünmedik...
   Binlerce konut inşa ederken, bu konutlara nereden su taşınacağını hiç hesaba katmadık...
   Bir sabah uyandığımızda bir baktık ki; musluklardan su akmıyor...
   Büyük beyinler emir buyurdu:
   Suyu nöbete koyduk...
   Haftada 2 gün su neyinize yetmez?..
   İnsanlar bir telaş içinde su deposu satın almaya başladı...
   On binlerce su deposu hem zemine, hem de çatılara yerleştirildi...
   Ortaya çok çirkin bir görüntü çıktı...
   Sadece bununla sınırlı olsaydı, belki sineye çekilirdi...
   Hafta boyunca sıkıntı çekmemek için suyun aktığı günlerde tonlarca su depolandı...
   Daha fazla tüketimin yanı sıra, sağlık açısından da çok ciddi sorunlar ortaya çıkmaya başladı...
   Pislik içindeki paslı depolardan gelen sularla sebze, meyve yıkayıp, afiyetle yemeye başladık...
   El, ağız, baş yıkadık...
   Çamaşır makinesinin dolmasını beklemeden ‘bugün su günü’ diyerek düğmeye basmak zorunda kaldık...
   Su kesilecek ve bir daha 3 gün sonra gelecek korkusuyla bahçedeki çiçekleri gereğinden üç, dört kat fazla suladık... 
   Barajların yetersiz olması nedeniyle kuyu açma yarışı başladı bu kez...
   Özellikle Güzelyurt bölgesindeki kuyulardan çıkarılan sular, Lefkoşa’ya, hatta Gazimağusa’ya kadar ulaştı...
   Fakat aşırı tuzlu ve kirli olması nedeniyle birçok sorunu da beraberinde getirdi...
   Bu ülkede 1974 öncesinde de kuraklık vardı...
   Ama suları içilebilir kalitedeydi...
   Güneyde halen musluklardan akan sular içilebiliyor...
   Kuzeyde ise bırakın musluktan akan suyun içilmesini, el, ağız yıkamanın dahi sakıncalı olduğu belirtiliyor...
   Ve bu sakıncalı sularla sebze, meyve üretimi yapılıyor...
   Ondan sonra da kanser patlaması gündeme geliyor...
   Su depoları için harcanan yüz milyonlarca liraya mı ağlarsınız...
   İnsanların acı çekmesine ve kanserden ölmesine mi?..