22 yıl geride kaldı bu meslekte…

Her daim özel sektörde…   

Kah haberin peşinde, kah bilgisayarın başında..   

Bir elde telefon, diğerinde mikrofon…   

İlk yıllar hep asgari ücret, son yıllarda asgari ücretin biraz üstlerinde bir maaş…   

Çok farklı yayın organlarında elde edilen tecrübe…

Tek bir gaile ile..

Etik değerlere bağlı kalma, kalemini kişisel çıkarlara değil, toplumsal çıkarlara göre oynatma..   

Canlı yayınlarda konuğu halk yararına sorgulama..   

2001 yılıydı basınla tanışma…

Annan planının ayak sesleri..

Yaş 18’ler…

Heyecan…

Avrupa Birliği hayali…

Ve Gazetecilik Fakültesi…   

On binlerle birlikte meydanda mücadele..

Hem bir gazeteci adayı, hem de bir aktivist…   

Verilen ama hiç tutulmayan sözler…   

Geçen yıllar ve yaşanılanlar..   

Eğer muhakeme yeteneğiniz var, takım tutar gibi bir siyasi partinin peşinden körü körüne gitmezseniz, gerçeğe yönelirsiniz…   

Peki neydi benim yüzleştiğim gerçek?    Ne dünya, ne AB, ne de Rumların Kıbrıslı Türkler için kılını kıpırdatmadığıydı!    Onlar için yok hükmündeydik! Hâlâ da öyle…   

Federasyon hayaldi çünkü Kıbrıslı Rumlar hiçbir koşulda egemenliği paylaşmayacaktı…   

Arkamızda tek bir güç vardı; Türkiye Cumhuriyeti…

Eğer Türkiye arkamızda olmasa bugün bu güzel adada ne halde olurduk bir düşünmekte fayda var!  

  Uzun yıllardır bunu yazar, bunu söylerim…   

Zaman zaman bundan dolayı bazı kesimlerin hedefi de olmuşluğum var…  

Çıkarlarına dokunduğun kesimler için “Dönek” de olursun, “yalaka” da!   

Gülümseyip geçiyor insan, kendini bildikten sonra…   

Ama daha da ilgincini yaşadım…

Aşırı milliyetçi bir azınlık grubumuz var bu adada, hatta kafatasçı bir zihniyet…

Kanla beslenen ama devlet imkanlarını da toplumu hiç düşünmeden kendi lehine kullanan!    Her zaman örgütlülüğe inanan bir emekçi olarak Gazeteciler Birliği’ndeki “sol” bir örgüt sınıfındadır, çekinmeden çalıştım, hâlâ da çalışıyorum…

Burada verdiğimiz emekler nedeniyle işte bu kafatasçı tiplerin de hedefi olmuşluğumuz oldu.   

Amerikan Elçiliği’nin maddi imkanıyla açılan İngilizce dil kursuna katıldığım için fake hesaplar aracılığıyla “casus” ilan edildim mesela..   

Aklıma geldiğinde gülerim, şimdi yazarken de gülümsetti yeniden…   

Ne ilginçtir değil mi? Kendini sözüm ona ‘aydın’ sınıfına koyup kendi gibi düşünmediğim için “dönek” deyip saldıran ‘sözde’ solcuların da, kafatasçı zihniyetin “casus” deyip saldırısına da hedef olmuş bir gazeteciyim…  

  Bu iki zıt kutbun ortak tepkisi haline gelebiliyorsanız doğru iş yapıyorsunuzdur, net!    Ve gelelim bugüne…  

  Ben Türkiye’den kablo ile enterkonnekte enerjinin gelmesini yıllardır savunan, sendikaların yıllar içinde kavuşturuldukları ‘sonsuz’ güçlerini her daim eleştiren ve ülkenin kötü yöneticilere emanet edilmesi nedeniyle her zaman birinci suçlunun biz seçmenler olduğunu söyleyegelen bir gazeteci oldum.    Bugün EL-SEN’in halkı mağdur eden eylemlerini de bu çerçevede eleştiriyorum… Daha önce çalıştığım yayın organlarında da aynı çerçevede yazdım, söyledim, eleştirdim…   

O günlerde ne demişsem bugün KIBRIS Medya Grubu’nda da aynı şeyleri yazıp söylemeye devam ediyorum..  

  Ama bugün aynı kelimeleri KIBRIS’ta yazdığım için “sahibinin sesi” oluyorum!

Sadece düşüncelerimi kaleme aldığım için ‘tuzu kuru sözde aydınlar’ için ‘satılık kalem’ yakıştırmasına uğruyorum!   

Tabii ki her kelime sahibine aittir ve benim nazarımda hiçbir kıymeti yoktur!  

  Ben gazetecilik meslek ilkelerinin gölgesinde mesleğimi icra etmeye, doğru bildiğimi, halk yararına olduğunu düşündüğümü savunmaya devam edeceğim…

Gerisi lafügüzaf!