Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyareti sırasında bir dizi iletişim stratejisi uygulandı. Hatta Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinin başlı başına bir iletişim hamlesi olduğunu söylemek mümkün.
İşin başında, Erdoğan’ın değişmez kampanyacısı Erol Olçak vardı. AKP’nin isim ve amblem yaratıcısı olan Olçak, Erdoğan’ın “sırdaşı” ve “dostu” olarak biliniyor. Oğluna “Tayyip” ismini verecek kadar Başbakan’a bağlı birisi.
Olçak, Kıbrıslılar için yabancı değil. 2003’te UBP’nin seçim kampanyasını yürüttü. 2004 referandumunda yine UBP için çalıştı.
Kıbrıslı Türkleri kavanozdaki balığa benzeten ve Meclis binasını Yunan bayrağı dikilmiş halde yansıtan reklamların yaratıcısı Olçak’tı.
Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde Mehmet Ali Talat’ın kampanyasını üstlendi. Eroğlu ile başlayan Kıbrıs macerasını Talat’la sürdürmesini “profesyonellik”ten ziyade “Erdoğan’ın tercih değişikliği”ne bağlayanlar az değil.
Erdoğan burayı ilk kez ziyaret etmedi. Fakat bu gelişinde özel bir iletişim kampanyası uygulandı. Bizzat Erol Olçak tarafından yönetilen kampanya, sonuçta birbiriyle örtüşen üç mesaj içeriyordu.
İlk mesaj doğrudan Türkiye kamuoyuna yönelikti. Erdoğan, Kıbrıs’ta bir bakıma “ustalık” döneminin startını verdi. Halka, “güçlü, kendinden emin, küçülen değil büyüyen ve alttan alan değil üstüne üstüne giden bir Türkiye” resmetti.
İkinci mesajın muhatabı AB’ydi. Brüksel’e “sana eskisi kadar muhtaç değilim, karşında daha fazla eğilip bükülmeye niyetim yok” denildi.
Bundan önce, Avrupa’nın Kuzey Kıbrıs’ı “Ankara’nın alt yönetimi” olarak tanımlamasından pek hoşlanmayan Türkiye, şimdi adeta bu tabiri benimsediğini ve sevdiğini gösterdi.
Üçüncü mesaj, Kıbrıslı Türklereydi. Kabaca söylersek ziyarette, Kuzey Kıbrıs Anadolu haritasına yerleştirildi.
Meydandaki kalabalık “Anadolu’nun güzel insanları” diye selamlandı. KKTC bakanlarına kendi ülkelerinde mikrofon uzatılarak “siz kimsiniz?” diye soruldu. Bunları basit birer sunucu gafı olarak görenlerin fazla iyimser oldukları kesin.
Erdoğan, ziyaret boyunca KKTC’yi Anadolu’nun bir parçası olarak algıladığını göstermeye çalıştı.
“Kıbrıs’ta tek şeritli yolları yasakladım”, “Beşir Atalay her ay Kıbrıs’a gelerek işleri bizzat takip edecek”, “AK Parti KKTC’yi kalkındırdı” türü sözlerle burayı ayrı yönetselliği olan bir yer olarak görmediğini anlatmış oldu.
Ayrıca Kıbrıs’ta dini ve kültürel olarak yabancılık çekmek istemediğini açıkça ifade etmiş olması çok önemliydi.
“Nüfusunuz az, çocuk doğurmuyorsunuz” vurgusu, “kalabalıklaşma” şikayetine karşı, planlı bir ataktı.
Ziyaretteki en başarılı iletişim stratejisi hiç kuşkusuz “kendi kendini yönetme” talebini “coplanmayı hak eden marjinallere ait günah bir istek” haline dönüştürmekti. Kıbrıslı Türkler’in ortak düşü böylece iki günde sapkın bir istek haline getiriliverdi.
Özetle iki günlük ziyaret açık bir meydan okumaydı.
Erdoğan, “konuk” değil, “ev sahibi” olarak bulunduğu KKTC’de dünyaya ve Kıbrıs’a açıkça şunu söyledi: “Kuzey Kıbrıs benimdir, kimse başka bir şey için heveslenmesin.”