24 Nisan 2004 referandumuyla simgelenen dönem, Annan Planı’na indirgenerek anlaşılabilecek bir dönem değildir. “24 Nisan iradesi” denilen şey de referandumdaki “evet”ten çok daha fazlasını ifade eder.
Bu iradenin ana talebi “toplumsal kalkınma ve dünyalılaşma”dır. “Çözüm ve barış” ise bu ana talebe ulaşmak için köprü vazifesi görmesi umulan ara taleptir. Bu bakımdan 24 Nisan iradesinin “çözüm ve barış” retoriğine hapsedilmesi büyük bir hatadır.
Annan Planı da bu dönemin “özü” değil, olsa olsa “vesilesi” olabilir. Toplum kapalı dönemin küflü ve hastalıklı ortamını dağıtmak için her tarafı açıp ülkesini havalandırmak ve aydınlatmak istiyordu. Plan bu isteğin “gerçekleşebilme ihtimali”ydi.
Eski dönemin formülü “içe kapanıp, kendi yağıyla kendi ciğerini kavurmak”tı. Milli cephe kadrolarının elli yıl baş tacı edilmesi bu formüle duyulan inancın sonucuydu.
Ama bu “kapanma ideolojisi” 2000’li yılların küresel ortamında tam anlamıyla çağ dışı kalmıştı. Artık “kalkınmak” için dünyanın parçası olmak şarttı.
Dünya tarafından tanınmayan bir devlette ısrar eden geleneksel liderliğin, kapalı yaşamdan kurtulmayı aklına koymuş toplumdan destek bulma şansı ortadan kalkmıştı.
Kıbrıslı Türkler’in talebi “çözüm ve barış”tan ziyade “dünyaya açılmak, Avrupalı olmak ve kalkınmak”tı. Bunlar için “çözüm”e razı olmuştu, o kadar...
24 Nisan’ı “çözüm ve barış kararlılığının simgesi” olarak kutlamak da, büyük bir başarısızlığın nişanesi sayıp lanetlemek de “sınırlı” yaklaşımlar.
Kutlamayla yetinmek, meseleyi “çözüm” talebine indirgemek ve büyük dönüşüm hayalini ıskalamak demek. Hakir görmek ise bu iradenin yeni bir forma büründüğünü ve halen yaşadığını kavramayı önlüyor.
24 Nisan iradesinin en kıymetli yanı henüz yaşıyor olmasıdır. İki yaklaşımın ortak yanlışı işte bu iradenin tekrar patlamasını sağlayacak potansiyel enerjiyi heba etmek... Çünkü her ikisi de bu iradeye “olmuş bitmiş” bir şey gözüyle bakıyor.
Sanki “ölmüş ve gömülmüş” olan sadece Annan Planı değil. Bu planla simgeleşen irade de her nedense defnedilmiş.
24 Nisan iradesi hafife alınacak bir irade değildir. “Ne oldu ki canım 24 Nisan’da?” diyerek küçümseyen hata yapar.
Lakin bu irade, zamanın dondurulmuş bir anına denk gelen bir put ya da nostaljik fetiş de değildir.
Referandumla simgelenen dönem bir bakıma “maytap çağı”ydı. Maytap, gürültüyle patladıktan sonra etrafa göz alıcı bir ışık saçar. Fakat bu ışığın yarattığı aydınlık geçicidir. Hemencecik sönüverir.
Maytabın yarattığı coşku gökyüzü tekrar karardığında yerini yarım kalmışlık hissine bırakır. Gözler yeni bir aydınlanma ümidiyle bir süre daha havada asılı kalır. Sonra yavaş yavaş ışıktan ümidini keser...
Zaman, büyük hayallerin erken kutlamalar ve geçici parlamalarla gerçekleştirilemeyeceğini acı bir şekilde öğretti. Büyük dönüşümler için gerçek aydınlanma ve sebatkâr mücadele şart.
24 Nisan iradesi çok şeyi başarabilir. Maytap şovmenleri ve karamsarlar ittifakı izin verirse...