Dört tarafı denizle çevrili, tarih kitaplarında ‘Yeşil Ada’ olarak anılan güzel ülkemiz böyle mi olmalıydı?..
İnsanlarımızın hak ettiği yaşam şekli bu muydu?..
Bir avuçluk ülkede bir yanda yirmi binden fazla genç işsiz...
Diğer yandan binlerce kayıtsız, kaçak işçi...
Barış Harekatı’ndan bu yana neredeyse 38 yıl geçti...
Güzelyurt’ta oturan insanlar hâlâ geleceklerinin ne olacağını bilmiyor!..
Gençler, birer birer Lefkoşa’ya göç ediyor, ölenler Güzelyurt dışında defnediliyor...
Geleceğinden emin olmayan insanlar üretimde başarılı olabilir mi?..
Sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürebilir mi?..
Elbette bunların hiçbiri olmaz...
Geçelim turizm cenneti Girne’ye...
Beş yıldızlı otellerin bölgesinde harabeye dönmüş binalar, çukur yollar, çöplerle kaplanmış boş arsalar...
Kendi haline terk edilmiş bir liman...
Bakımsızlıktan suratı asılan tarihi binalar...
Gazimağusa’ya geçelim...
Esnaf işsizlikten kan ağlıyor...
Çoğu dükkan kirasını ödeyemeyecek duruma gelmiş...
İlerleyelim Karpaz’a doğru...
Yeni oteller, iş umuduyla bekleyen gençlere kapılarını kapamış...
Bölgenin en büyük özelliği olan hayvancılık gerilemiş...
Kolakas ve üzümde umutlar tükenmiş...
Ekmek almada zorlanan insanların yaşadığı bir bölge olmuş...
Son durak Lefkoşa...
Dikmen çöplüğü, Haspolat arıtma ve Alayköy’den yayılan pis kokularla yatıp, kalkan insanlar...
Yeşil alanlara hasret...
Ve bunların yanı sıra ülkenin her yanını saran kumar, uyuşturucu, hırsızlık, soygun, cinayet olayları...
Tekne ile kıyılarımıza çıkarılan onlarca mülteci...
Gerçekten, çok kötü bir durumdayız...
Özgürlük sonrasındaki hayalimiz, rahmetli Ecevit’in de söylediği gibi ‘Küçük bir İsviçre’ olmaktı...
Ne yazık ki; o hayaller gerçekleşmedi...
Şimdi küçük bir Afrika’yız...