Tahsin Ertuğruloğlu’nun kurduğu Demokrasi ve Güven Partisi (DGP)’nin, Kıbrıs Türk siyasal yaşamındaki yerini, ismindeki iki sözcüğü ne kadar sahiplendiği belirleyecek.

Ertuğruloğlu’nun ülkede demokrasi sorunu ve güven bunalımı olduğuna ilişkin saptaması son derece doğru. Fakat iş saptamayla bitmiyor.

Bundan önce de UBP’den ayrılanlar tarafından sayısız parti kuruldu. Fakat bunların çok azı, UBP’nin temel siyasal tarzına yöneltilmiş bir tepkisellikten beslendi. Çoğu kişisel küskünlüklerin eseriydi.

Ertuğruloğlu da uzun süre, “Ben UBP’liyim, muhalefetim hanedana” diyerek UBP zihniyetiyle hesaplaşmaktan kaçındı. Eleştirilerini Eroğlu’na yöneltmekle yetindi.

Fakat DGP’yi kurarken, Eroğlu nefretine indirgenmiş söylemini revize ettiği ve böylelikle siyasal açısını genişlettiği görülüyor. Partisinin ilkelerini ilân ederken oldukça radikal eleştiriler sıraladı.

KKTC’nin saygın ve çağdaş bir devlet olmadığını, bir hukuk devletinde yaşamadığımızı, devlet imkânlarının kişisel ve zümresel çıkarlar için harcandığını ve partizanlıkla popülizmin ülkeyi bitirdiğini söyledi…

Bütün bunlar, kafayı Eroğlu ailesine takmaktan daha fazlasını gerektiriyor. Çünkü sıralananlar tek bir kişiye, aileye ve hatta partiye mal edilemeyecek kadar büyük bir zihniyet sorununa işaret ediyor.

Partizanlıktan şikâyet eden bir partiyi, partizanlık yapmayacağını taahhüt etmiş sayabiliriz ki bu bile UBP pastasından pay kapmaya çalışacak bir parti için oldukça cesur bir çıkış.

Örneğin ÖRP’yi kuranlar, kopuş aşamasında çok sert ama genel laflarla yetinmişler ama asla partizanlık yapmayacaklarına ilişkin bir imada dahi bulunmamışlardı. Hatta partizanlık, bu partinin gizil güç stratejisi olarak planlanmış gibiydi.

Avantajlarının yanında DGP’nin çeşitli dezavantajları var. Bunlardan birisi, partilere ve siyasete duyulan inancın yerlerde sürünmesi. Bu saatten sonra insanları bir siyasal hareketin coşkulu taraftarına dönüştürmek çok zor.

İkinci sorun, Tahsin Ertuğruloğlu’nun keskin milliyetçiliği. Toplum milliyetçi liderlere karşı soğuk değil. Fakat hızla merkezde toplanan toplumsal eğilimler, aşırı tonlardan hoşlanmıyor.

Tahsin Bey “sağ ve sol bitti” diyor. Aslında sağın ve solun bitmesinden ziyade, sağdaki ve soldaki uçların kırılıyor. Yani toplum merkeze yakın yerlerde birleşiyor. Bu durumda katı ve uzlaşmaz liderlerin “marjinal” hale dönüşmesi an meselesi.

Partinin lansmanına, kurucu listesine ve çıkış performansına bakarak dezavantaj listesini kabartmak mümkün. Fakat bunların tümü detay…

Kıbrıslı Türkler, kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Ülkedeki en büyük demokrasi talebi işte bu…

İkide birde Türkiye’ye gitmek ve parti kuruluşunu Erdoğan’ın gelişine denk getirmek gibi güç şovları, halkı zannedildiği kadar etkilemiyor. Vatandaşı ikna etmenin yegâne yolu, cesaretle, kendi kendini yönetme talebini tahkim edecek samimi açılımlara girişmekten geçiyor.

“Demokrasi”yi önemseyen bir parti, halkın “kendi kendini yönetme” talebi karşısında sessiz kalamaz... Kalırsa da kimse ona “güven” duymaz…