Son zamanlarda Kıbrıs konusundaki her beyanat eğer CTP veya 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat tarafından yapılıyorsa tamamen Türk tarafını eleştirmektedir. Hatta Talat daha da ileriye giderek cözümsüzlüğün nedeninin Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş ve Şimdiki Cumhurbaşkanı Eroğlu olduğunu birden fazla defa söylemiştir.  Son beyanatında da Rumların AB Dönem Başkalnlığını almalarının esas nedeninin Denktaş ve Eroğlu oplduğunun ve de Rumların bu ikilinin heykellerini dikmeleri, gerektiğini şöylemek pişkinliğini göstermiştir.

Yani “Kıbrıs Cumhuriyetini” 1963’den itibaren işgal eden Rum suçsuz, herşeyin sorumlusu bizleriz. Bu tip söylemlerin CTP ve Talat tarafından her geçen gün dozu da artırılımaktadır. Şu ana kadar Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargonun başrolunde oynayan Rumlar değilmiş gibi onlara bunu biz yaptırıyoruz havası verilerek iç politika için davamızı kullanıyorlar.

Bence yaklaşan seçim ve yapılan anketler hem CTP’yi hem da Sayın Talat’ı aceleye getirmişe benziyor çünkü Kıbrıs davasını iç politikada kazanç için kulanmak günü kurtarmaya çalışmaktan başka bir işe yaramaz. Aslında açık söylemem gerekirse hem CTP hem de Sayın Talat yanlış bir hesaplama içerisindedirler. Bu söylemleri ile de hem Rumların ekmeklerine bal sürmektedirler hem de içte bekledikleri ivmeden uzaklaşmaktadırlar. “Çözüm” istemek başka, doğru olsun olmasın devamlı Türk tarafının yaklaşımını uluslararası kişiliklere bile eleştirmek başka.

Sanırım bu yanlış stratejinin bir kaynağı da üçüncü ülkelerden gelip CTP ve Talat’ı “şişiren” diplomatlardır. Hani Annan planı döneminde “hemen şimdi barış” yazılı pankartı garajınızın üzerine asıp kendinize de “AB, mutluluk, pembe rüyalar ve çözüm derneği” gibi bir isim altında sivil toplum örgütü olduğunuzu açıklayıp emeklerinize yardımcı olsun diye müthiş rakamlarda “AB yardımı” alıyordunuz ya? İşte bunu sağlayan “barışsever” diplomatlar şimdi KKTC’yi yine ziyaret ediyorlar ama bu da defa hem CTP’yi hem de Sayın Talat’ı yine yanlış yönlendiriyorlar. Eğer gerçekten çözüm isteniyorsa bu ancak içte birlikten ve Türkiye kamuoyunu da ikna ederek dış dünyaya dik durarak elde edilebilir.

Bu arada CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu gazeteci dostum Mete Tümerkan’ın kendisiyle yaptığı söyleşide kalkıp KKTC’nin hiç bir zaman tanınmayacağını ve Kıbrıs Türkü’nün bir anlaşma ile olacak çözüme ihtiyacı olduğunu vurgulaması kendisini ve uzun yıllardır CHP’yi yakından izleyenleri şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Ben yıllarca Sayın Loğoğlu ABD Büyükelçiliğini yürütürken onu yakından izliyordum.  Rahatlıkla size söyleyebilirim ki ABD’de gösterdiği performansla şimdi KKTC hakkında belirttiği görüş arasında dağlar kadar fark vardır ve bu çok düşündürücüdür. Acaba CHP’de “Kıbrıs Türkü Rumlara yamanmak zorundadır” görüşüne geldi de biz mi farketmedik?

Hem 2. Cumhurbaşkanı Talat, Hem CTP ve şimdi de Sayın Loğoğlu ayni hataya düşmektedirler. Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün devam etmesinin nedenlerinden birisi de dışarıya verilen “Biz Türkiye ve KKTC olarak Kıbrıs’ta ulaşılacak çözümün sadece federal bir çözüm olabileceğine inanıyoruz ve bunun dışında bir çözümün kesinlikle hayata geçirilemeyeceğine inanıyoruz” yaklaşımıdır. Ben Kıbrıs Rum lideri olsam ve devamlı bu görüşü dile getiren Türk yetkilileri de varsa neden katı çizgimden ödün vereyim ki? Hatta daha da katı bir yaklaşım içerisine girerdim ve AB başta olmak üzere diğer ülke liderlerine de bu gazete küpürlerini de mutlaka devamlı ulaştırırdım.

2 Yıl önce “Dünya Kıbrıs Türkleri Kongresinde” yaptığım sunumda Kıbrıs Türkleri olarak esas lobi eforunu Türkiye’de sarfetmemiz ve Türk kamuoyuna direk bilgi akıtmamız gerektiğinden ve ancak Türk kamuoyunun bilgilendirildiğinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini etkileyip arzu ettiğimiz çözüme ulaşabileceğimizden bahsetmiştim.  Bu görüşüm devam etmektedir ve bu konuya başka bir yazımda devam ederiz diyerek Sayın Loğoğlu’nun Mete Tümerkan’a söylediği cümleleri bir daha gözden geçirmesini diliyorum.