KKTC’de gündemimizde o kadar önemli olaylar var ki insan hangi konuya değinsin şaşırıyor çünkü hepsi de önemli. Vakıflar İdaresinin Haspolat’ta 200 dönümlük araziyi yepyeni kurulan ve kurucularının pek de tanınmadığı, parasının nereden geleceği belli olmayan  bir vakıfa 100TL gibi bir rakama kiralaması ve de bu arazide söz konusu vakfın dini eğitim amacıyla okullar ve diğer tesisler yapacağını, şu ana kadar da ülkemizin her kesiminden bu karara karşı sert tepkilerin geldiğini yazabilirim. Öte yandan muhaceret affının bittiğini ve artık bu ülkede hem kaçak işçi çalıştıran işletmeye hem de kaçak işçiye çok ağır cezaların gelmesinin ve gerçek anlamda denetimin yapılması zamanının geldiğini de yazabilirim.  Ama öyle bir hayati konu var ki yazmaden geçemeyeceğim.

 

 

Halkımız içte gelişen fırtınalardan belki de Kıbrıs konusunda gelinen noktayı, ve her gün, hatta her saat ortaya çıkan yeni gelişmeleri takip etmekte güçlük çekebilir. İşte bunun için bu gün dikkatinizi yine Kıbrıs konusuna çekmek istiyorum. Öyle bir kritik dönemdeyiz ki atılan adımlarda, söylenen cünlelerde artık hiç hata payı yok. Her yanlış adım, her hatalı söylem ve hatta her talihsizce seçilen kelime Kıbrıs Türk halkına çok pahalı bir bedele yol açabilir. İsterseniz bazı gelişmelere değinelim.

Rum tarafında alışılagelmiş Birleşmiş Milletler temsilcisini linç etme taktiği yine sahnededir. Ne zaman biraz olsun köşeye sıkışsalar hemen BM temsilcisine saldırmaya ve hatta BM Genel Sekreterinin kendilerini tuzağa düşürdüğüne dair şımarik çocuk davranışları ile ortaya çıkarlar. Bu günlerde hangi güney gazetesine baksanız şu veya bu siyasinin ayni söylemlerine rastlarsınız. Meclislerinden bu yönde bir karar bile geçirdiler. Sorunları ne mi? BM Temsilcişi Downer “ Kıbrıs Cumhuriyeti” AB dönem başkanlığını devralacak demek yerine “Kıbrıslı Rumlar” devralacak demiş. Anladınız mı kimlerle müzakere masasındayız? Buna bile toleransı olmayan insanlarla yeni bir devlet kuracakmışız ve gül gibi geçinip gidecekmişiz.

Avrupa Parlementosu da boş durmamış ve “kapalı bölge Maraş’ın yasal sahiplerine iade edilmesi” çağrısında bulunmuş ve bu konuda karar geçirmiş. Rum gazetesi Filelefteros “Maraş konusunda siyasi zafer” diye başlık atmış. Tabi “yasal sahiplerine” derken eminim Türk Vakıf arazisi olan Maraş’ı o vakıfa iadesinden bahsediyorlardır ve bizim müzakere ekibimiz de bu yönde çalışmalar yapıyorlardır. Yoksa yanıldım mı acaba?.. Ha tabi bir de anlaşma olunca içerisine katılacağımız “Avrupa” ne kadar adil, ne kadar kucaklayıcı değil mi?

Gelelim en can alıcı konu olan çok taraflı(!) konferansa. Daha önce de birkaç defa yazıp uyardım ama hala daha ne Cumhurbaşkanı Eroğlu’dan ne de Özel Temsilcisi Kudret Özersay’dan bu konuda açık bir söylem yok. Kimse çok taraflı denince kimleri kastettiğini açıklamıyor. Garantörler ve iki taraf mı yoksa daha geniş bir konferans mı? Aslında BM Genel Sekreteri de beni kuşkuya düşürecek şekilde yuvarlak bir tanımlama ile işi geçiştiriyor.  Bu da bana tehlike çanlarının çaldığını söylüyor

İşte ben her fırsatta yazıp uyarmaya devam ederken, güneyden bir gelişme korkmakta haklı olduğumu kanıtladı. Rum Ulusal Konsey toplantısında bilgilendirme sonrası ele geçen bilgiler ışığında Alithia gazetesi Hristofyas’ın “çok taraflı konferansa” değil, “uluslararası konferansa” katılacaklarına dair BM Genel Sekreterine bildirimde bulunduğunu ve ulusrararası konferanstan kasıtın BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi, garantörler, AB, Kıbrıs Cumhuriyeti ve iki toplumun katılacağı bir konferans olduğunu yazdı. Şimdi benim birkaç haftadan beri bu konuda neden çırpınıp durduğumu ve uyarı arkasına uyarıyı kaleme neden aldığımı anladınız mı?

Tekrar soruyorum: Çok taraflı konferans dendiğinde Kıbrıs Türk müzakere ekibi kimleri taraf olarak listeliyor ve  BM nezdinde kimlerin katılımını kabul etti? İş işten geçmeden bize bu sorunun cavabını verecek birisi yok mu?