Dün sabah uyanıp aşağıya indikten sonra küçük oğlum Koray'ın müthiş bir heyecan içerisinde olduğunu gördüm. Babalar Günü idi ve bana güzel bir gün geçirtmek için epey hazırlıklar yapmıştı. Abisi Sami ile beraber bana kendi özel yapımları kartları verdikten sonra eşimin de yardımı ile güzel bir kahvaltı hazırladılar. Ben kalkmadan gidip günlük gazeteleti almışlar, devamlı oturduğum koltuğumun üzerine de “Baba için rezerve edilmiştir” diye bir de el yapımı tabela astılar.
İçimi büyük bir mutluluk doldurdu tabi. İnsanın özel günleri böyle eşiyle, çocuklarıyla mutluluk içerisinde geçirmes'nden güzel bir şey olamaz. Aslında sevdiklerimizle beraber geçirilen her gün özeldir ama nasılsa bazen unutuyor, hayatın yoğunluğu bizi alıp başka yerlere götürüyor...
Çocuklarla şahane bir sabah geçirirken O'nu da hatırladım tabi. Bu Babamin aramızdan ayrılışından sonraki ilk Babalar Günü. Doğrusu bütün haftadır bu günün yaklaştığıni ve gidip O'nun elini öpemeyeceğimden dolayı kapıldığım çaresizlik içerisindeydim. İnsan hiç böyle bir günün geleceğini hiç hesap etmez. Buna da hazırlanmak diye bir şey söz konusu olamaz zaten...
Sanırım 2008 yılıydı. Babalar gününden bir gün önceydi. Yine Amerika'da Annemden Babamdan uzakta olmanın burukluğunu hissederek evde bir-iki saat yalnız kalmanın da verdiği fırsatla gitarıma sarıldım. Ben şarki yazdığımda öyle aniden ortaya bir şey çıkar. Plan falan olmaz. Gitarımın tellerine dokunurum, şu akor, bu akor derken ortaya sözüyle müzüğiyle bir şarkı çıkar. O gün de öyle oldu ve ertesi gün gelecek olan Babalar Günü ile ilgili İngilizce “On Father's Day” diye bir şarkı doğdu. Hem babama hem de iki oğluma hitap ediyor ve kuşaktan kuşağa geçen şeylerden söz ediyordu.
Eve döndüklerinde eşime ve iki oğluma çaldım ve çok beğendiler. Ben de kaydetip babama göndermeye karar vermiştim ama her zaman olduğu gibi iş hayatı, ev hayatı derken bir türlü zaman bulamadım. Bulmayı beceremedim desen daha doğru olur... Sonra 2009 Şubat ayında çok aceleye getirilmiş de olsa çabucak kaydedip Kıbrıs'a O'na göndermiştim. Çok sevinmişti.
Yazda tatile geldiğimizde arabasında tekrar tekrar şarkımı çalıyordu. Arada bir Paverotti, bazen Münür Nurettin Selçuk ve sonra yine benim kayıt...
O günden sonra Kıbrıs'a döndük. Çok şükür ki son yılını bizimle beraber, torunlarına doya doya geçirdi. Sonra da hastanede tam 20 gün müthiş bir mücadele verdi. Doktorlar O'nun ilk günde nasıl kaybedilmediğine hayret etmiş ve mucizeden bahsediyorlardı. Ben de onlara Babamı yakından tanısalar bunun hayret edilecek bir şey olmadığını söylemiştim. Olmadı, kurtaramadık...
Aramızdan ayrılışının daha ikinci ayında 15 Kasım günü eve girdim ve her nedense elim televizyonun kumandasına gitti. Aslında bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu ama nedense televizyonu açtım. Bir de ne göreyim? Babam orada ekrandan bana sesleniyor.
O her zamanki heyecanıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluşunu anlatıyordu. KKTC'yi ilan eden Hükümette olan DHP'nin Genel Başkanıydı ve ilanın gerçekleşmesi için en fazla çalışanlardan biriydi. Televizyondan bana seslendi ve “Çocuklarıma ve torunlarıma bırakacağım en önemli şey Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir” dedi. Nur içinde yatsın Babacığım...
Dün Babalar Günü idi. Dargınlığı, onu bunu boş verin. Eğer dün yapamadıysanız babanızı görmeye gidin. Uzakta ise bir telefon edin. Hayat çok kısa, beraberliğinizin değerini bilin. O'nun sizin için ne ifade ettiğini mutlaka söyleyin ki bilsin.
Bir gün geç de olsa tüm babaların Babalar Günü'nü kutluyorum.