Cumhurbaşkanı’nın banka hesaplarına ilişkin tartışma olanca hararetiyle devam ediyor. Fakat laf kalabalığı arasında değinilmesi gereken belli başlı noktalar atlanıyor.

Tartışmaya taraf olanlar, meseleyi “ya hep ya hiç” düzlemine kaydırdılar. Bir gruba göre Cumhurbaşkanı da olsa kimsenin parası medyatik bir mevzu değildir. Yani Eroğlu’nun mevduatı kamusal tartışmaya malzeme yapılamayacak, özel bir konudur.

Karşı gruba göre ise herkes Cumhurbaşkanı’nın iki milyon lirasından hareketle, dilediği gibi konuşabilir; her varsayımı mutlak bir gerçekmiş gibi takdim edebilir ve aklına estiği gibi suçlamalar yöneltip imalarda bulunabilir…

Bu kadar önemli bir konu bu türden kestirmeci yaklaşımlarla ele alınamaz. Özellikle Eroğlu’nun bu parayı gayrı yasal yollardan temin ettiğini ima eden çevrelerin yaklaşımları sorgulanmaya muhtaç. Çünkü böyle konularda iddia sahiplerinin güçlü kanıtlarla hareket etmeleri beklenir.

Birilerinin hak etmediği bir servete konduğundan emin olmadan önce, teorinizin sağlamlığından emin olmalısınız…

Bir tek şu üç sorunun bile henüz yanıtlanmamış olması bile, yapılan işin “kamusal kuşkuculuk” sayılmasına engel oluyor:

-İki milyon ifşaatını yapanların somut iddiası nedir? Cumhurbaşkanı hırsızlık mı yaptı; yoksa rüşvet mi aldı? Eğer ima rüşvetse; icrayla fiilen bağı bulunmayan Cumhurbaşkanı, aldığı para karşılığında kime hangi imkânı sağlamış olabilir? İhaleye mi aracılık etti, arazi mi tahsis etti? Hükümetle arası bu kadar bozukken bunların hangisine kalkışabilir? Yoksa müzakere masasında taviz mi verdi?

-İki milyon lira bir “servet” midir? Tamam, miktar hiç de az sayılmaz. Ama ülkemizin tuhaf ekonomik yapısı içinde bazıları için kazanılması imkânsız bir para değil. Üst düzey bir memurun bile yarım milyonluk emekli ikramiyesi aldığından dem vurulan ya da emlak fiyatlarının milyona dayandığı bir yerde, iki milyon lira, neyin kesin kanıtı sayılabilir?

Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Aranızda iki milyon lirası olan hiç mi arkadaşınız yok? Eğer kirli olmanın tek ölçüsü iki milyon liraya sahip olmaksa, sizin zengin arkadaşlarınızı da kafadan hırsız mı saymalıyız?

-Hesabın yatırıldığı bankanın İngiltere merkezli olması, belgelerin ulaştırıldığı çevreler bakımından hiç mi sorgulanmaya değer görülmüyor? Hepimiz Lefkoşa’daki köstebeğe yoğunlaştık ama bu belge sızdırma işinin arkasında, sakın “derin” güçler olmasın?

Hiç kimse bugünkü bilgilerle ve “belge” sanılan şeylerle Eroğlu’nu mahkûm etme hakkına sahip değil. Fakat yine hiç kimsenin, konuyu “ellenmez” addederek kamuoyunun dikkatinden kaçırma hakkı da yok.

Bu mesele ne “kesin rüşvet almıştır” peşin hükmüyle ne de “kimseye hesap vermem” tavrıyla konuşulabilir. Herkes üzerine düşeni tam yapsın.

İfşaat sahiplerine iddialarında; Cumhurbaşkanı’na ise hesaplarında şeffaf olmak düşer… Yarım ağızla ne itham olur ne de savunma…