Sıkıcı bir yaz akşamıydı.

Klimanın nefes almayı zorlaştıran yapay serini ile havanın bunaltıcı sıcağı arasında bir türlü doğal ritmini bulamayan bedenimi, televizyonun insafına terk ettim.

Şuursuz bir şekilde kanaldan kanala geziyordum. Acıklı ama çok sevdiğim bir müziğe rastlayınca durakladım. Arap Ali Ağıtı, göz kapaklarımı yavaş yavaş indirmeye başladı.

Gözümü araladığım bir sırada ekranın altındaki “Son dakika” ibaresini gördüm. Gözlerimi ovuşturduktan sonra okuduğum tek cümlelik açıklama, yüksek tesirli bir bomba kadar sarsıcıydı: “Şampiyon sporcumuz Zeka Özteknik motor kazasında hayatını kaybetti.” 

Zeka öğrencimdi. Kazadan üç gün önce İletişim Etiği dersimiz vardı. Yaz okulunun ilk haftasıydı. Zeka ön sıraya oturmuştu. Yaydığı enerji garip bir biçimde ilgimi çekmişti. Yorumlarıyla derse katkı koyuyor ve hep gülümsüyordu.

Kazadan bir gün önce dekanımızla karşılaşmış. Elinde kaskıyla... “Aman Zekacığım sakın kasksız motor kullanma, olur mu” diyen hocasını, “Merak etmeyin, ben bunu takmadan motora binmem” diyerek rahatlatmış.  

Zeka’nın ölümü bizim fakülte için birkaç ay içinde yaşanan ikinci büyük şoktu. Kısa süre önce bir başka öğrencimizi yine feci bir kazada kaybetmiştik. İrem, yolcu olarak bulunduğu aracın duvara çarpması sonucu yaşamını yitirmişti.

Okul koridorlarına, daha İrem’inkiler inmeden, şimdi de Zeka’nın fotoğrafları asıldı. Duvarlarda yankılanan tek şeyse keder…

Geçtiğimiz günlerde gazetelerde çok çarpıcı bir fotoğraf vardı. Başbakan İrsen Küçük yıllar önce trafik kazasında yitirdiği oğlunun mezarı başında gözyaşlarına boğulmuş haldeydi. İnsanı derinden sarsan, çok hüzünlü bir görüntüydü.

Trafik bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi. Yakmadığı can, yıkmadığı hayal kalmadı.

Peki ama bu büyük sorun karşısındaki tutumumuzda bir tuhaflık yok mu? Elimizden ağlaşmak, yakınmak ve lanet okumaktan başka hiç mi bir şey gelmiyor?

Şu hale bakın… Bir hafta içinde belirli güzergâhları nasıl da elden geçirdiler... Kaldırımlar süpürüldü, yollar tamir edildi, işaretler yenilendi… Normal zamanlarda çukurlu, pis ve boyası silinmiş halde bırakılan yollar, şimdi üzerlerinden tank geçecek diye pırıl pırıl yapıldı.

Maşallah; şenlik zamanlarında pek çalışkanız. Devlet-vatandaş işbirliğiyle anında “Recep Tayyip Erdoğan’ı Karşılama Komitesi” kurabiliyoruz. Başbakanın geçeceği yolların her zerre karesini, olağanüstü bir itinayla gıcır gıcır yapabiliyoruz…

Ama normal zamanlarda delik yollar, bozuk trafik ışıkları, silik çizgiler umurumuzda bile değil. Nasılsa “aşırı sürat, dikkatsizlik” klişeleriyle faturayı hep kaza geçirene kesmek kolay…

Bebekler ön camlardan fırlıyor… Motorlular hep ölümle burun buruna… Çok basit yasal düzenlemelerse tembellik kurbanı…

Tankların geçip, nutukların atılacağı yol, tören bittikten sonra yine sayısız cenaze arabasına geçit olacak…

Biz böyle “esasta lakayıt, teferruatta ciddi” olmaya devam edersek, daha çok ağlarız…

- - - - - - -