Nüfus sayımının, nüfus hakkında doğru sonuçları verip vermeyeceği belirsiz... Fakat sayım sayesinde, iki siyasal sonuç kesin ve tartışılmaz bir biçimde ortaya çıktı:
1)Nüfus konusunda toplumun devlete en ufak bir inancı yok…
2)Kuzey Kıbrıs’taki nüfus, devletin bile tahmin edemediği noktaya ulaştı...
Bazı çevreler sayımdan önce, sonuçları tanımayacaklarını açıklamışlardı. Bunların arasında sayımı boykot etme çağrısı yapanlar da vardı. Bu grup, çok başarılı olmamakla birlikte sonuçta örgütlü bir siyasal eylem için çaba harcadı.
Halk boykot çağrısına destek vermedi. Ama sonuçlara güvenilemeyeceği konusunda neredeyse toplumsal mutabakat sağlandı. Herhangi bir politik oluşumla ilgisi olmayan insanlar da sayımın “göstermelik” olduğundan emin.
Bu güvensizlik elbette bir günde oluşmadı. Ne bundan önceki sayımlar yeterince güvenilirdi ne de yetkililerin tavrı şeffaf… Bütün bunlara bir de hükümetin son sayımdan önceki isteksizliği eklenince, kimsenin bu konuda devlete güveni kalmadı.
Sayım günü yaşananlarsa her şeye tuz biber ekti. Radyo ve televizyonlara bağlanan çok sayıda insan sayılmamaktan şikâyetçi oldu. Epey kişiyse başkalarının sayılmamasından rahatsızdı. Özellikle bir otelin, sayım görevlilerini kapıdan kovduğu bilgisi çok çarpıcıydı.
Bu arada, son anda vatandaş olmayan görevlilerden medet umulduğu da anlaşıldı. Pazar sabahı Girne’deki bir üniversite kampüsünde anonsla sayım görevlisi arandığını iddia edenler bile var.
Gün boyunca “sayım sorunsuz” diyen yetkililerin, ertesi gün “sayılmayanlar en yakın kaymakamlık binasına gidebilirler” demeye başlaması dahi, durumu anlamak için yeterli.
Cumhurbaşkanı bile, kendisine ulaşan çok sayıda vatandaşın sayılmamaktan şikâyetçi olduğunu açıkladı. Gerçi Cumhurbaşkanı bunu “halk sayımı sahiplendi” diye yorumladı, ama aslında sayımın başarısız olduğunu ilan etmiş oldu.
Nüfus sayımı sonuçta teknik bir iş. Devlet onca uzman ve 7 binden fazla görevliyle bu işi planladığı sürede tamamlayamadıysa halkın bunu neye yoracağı belli…
Sayımın güvensizliğin tavan yaptığı bir ortamda kuşkuya yer bırakmayacak denli iyi organize edilmesi gerekiyordu. Ama tersi oldu. Sayım, daha sonuçlanmadan siyasal referans olma şansını yitirdi.
Vatandaşa yöneltilen sorularla neyin ölçümlenmek istendiği de toplumsal düzeyde tartışma yarattı. “Çocuklarımın göç ettiğini kaydettiremedim”, “işsizim ama işsiz olduğumun kaydedildiğini sanmıyorum” türü yakınmalar çok fazla.
Gerçekten de soruların ağırlıklı olarak şömine, araba, klima ve bilgisayar gibi, niyete göre, “zenginlik” alameti sayılabilecek şeylere yoğunlaşması dikkat çekiciydi. Televizyona bağlanan bir vatandaş, “kesin yetkililerimiz bizi gene Türkiye’ye şikâyet edecekler; bunların her şeyi var…” diye feryat ediyordu. Güvensizlik buralara kadar vardı…
Nüfus sayımı bitmedi ama neticelendi… Sonuç çok net: KKTC devleti nüfus konusunda çuvalladı!
Peki neye yaradı bu sayım? Kaç kişi olduğumuzu değil ama devletin sayamayacağı kadar “kalabalık” olduğumuzu anlamaya…