Gazetelerin, işlerini yaparken uymaları gereken pek çok mesleki davranış kodu var. Bunları gözetmemek medyayı sorunlu ve sorumsuz kılar.

Rum siyasetçi Mihalakis Sarris’le ilgili olay, medyamızın “görev bilinci” ile “sorumluluk bilinci” arasında gerekli dengeyi kurmakta zorlandığını ortaya çıkardı. 

Gazetelerimizin Sarris’in iki Türk’le eşcinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla tutuklanmasına ilişkin tutumu oldukça şaşırtıcı ve ürkütücüydü.  

Gazetelerin her şeyden önce, çağ dışı kalmış kanun dilini tekrarlayarak eşcinsel ilişkiyi “doğaya aykırı” olarak ifadelendirmesi sorunluydu.

Ama üslupta çok daha vahim örnekler sergileyenler oldu. Bunlar içinde aynı anda hem ırkçılık hem de cinsel tercih kıyımı yapanlar vardı. Örneğin bir gazete “Eski Rum Bakanı da p..t çıktı” başlığını kullandı. Bir başkası “aktif Türk – pasif Rum” ilişkilendirmesi yapacak kadar kontrolden çıktı.

Bazıları için eşcinsellik “utanç verici” bir şeydi. Kimisi “Rum bakanın utanç günü” diye başlık attı, kimisi olayı “skandal” olarak niteledi. Çoğu gazete Sarris’in yüzünü gizlemeye çalıştığı kelepçeli fotoğrafını kullanarak “utanç” temasını perçinledi.

Medyamızın büyük bir kısmı Sarris olayında meslek etiği bakımından çuvalladı. Evrensel meslek değerleri, cinsiyetçilik ve cinsel tercihler üzerinden gazetecilik yapanları defterden sileli çok oldu… Artık bu konularda imada dahi bulunmak mümkün değil.

Bizde Sarris olayına ilişkin medya kabahati ne yazık ki eşcinselliğe yaklaşımla sınırlı değil. Birkaç gün içinde en azından iki büyük medya günahı daha işlendi.

Bunlardan ilki, yerleşik düşünce kalıplarının ve devletin tutucu yasalarının peşinden sürüklenmekti. Oysa gazetecilerden beklenen devlet politikalarına ya da popülist kabarmalara göre değil, meslek ilkelerine ve özgürlükçü demokrasi prensiplerine uygun olarak hareket etmeleridir.

Bir de şu meşhur “kimse yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemez” ilkesi var. Son olayda bu ilke de adeta haşat edildi. Eşcinsellik KKTC yasalarında “suç” sayıldığına göre; bu “suç”un gerçekten işlenip işlenmediğinin anlaşılmasını sağlayacak bir yargı sürecine ihtiyaç var demektir.

Öyleyse gazetelerimizin peşin hükümlü yaklaşımı, aynı anda hem bir tür “yargısız infaz” manası taşıyor hem de “yargı sürecine müdahale” içeriyor. Eşcinselliği “suç” sayan devlet bile henüz Sarris’in suçlu olduğundan emin değil ki mahkeme kurdu; olayı enine boyuna görüşmeye başladı. Peki gazetecileri bu kadar kendinden emin kılan şey nedir? Hangi bilgi, hangi kanıt?

Mahkeme, olayın sanılandan farklı olduğunu ortaya çıkarırsa, bugün “birbirlerine vazelin sürdüler” diye yazacak kadar dibe vuranlar kendilerini savunabilecekler mi?

Nitekim gelen bilgilere göre Sarris’in devlet hastanesinde yapılan muayenesinde sözü edilen “suç” bakımından “temiz” olduğu anlaşıldı.

Medya etiği ilkeleri gazetecilerin namusudur. Medyamız onun bunun namusunu tefe koymadan önce kendi namusuna sahip çıksın.