Bazen bir probleme çok yakın olunca gerçek çıkış yollarını görmek zorlaşır. Problemle de o kadar zaman boğuşup içli dışlı olunca kendimizden başkasının çözüme yardımcı olabilecek fikirler üretebileceğini de unutur kendi kendimize denenmiş ama istenen sonucu vermemiş metodları tekrar tekrar deneriz.

Geçtiğimiz hafta sonu ben de hemen her futbolsever gibi Galatasay – Fenerbahçe maçını izlemek için televizyonun önüne yerleştim. Çok da  ilginç ve uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir maç seyrettik. Galatasaray maçın büyük bir bölümünü tek kale oynadı. Fenerbahçe ise canını zor kurtarmış bir halde topu kalesinden uzaklaştırmaya çalıştı durdu. Ama neticeye bakınca Fenerbahçe maçı kazandı, o korkunç üstünlüğü ve baskıyı kuran Galatasaray da kendi sahasında kaybetti ve şampiyonluk yarışında kendi kendisine engel yarattı.

Özellikle maçın ikinci yarısında baskı kurmakta başarılı olmasına rağmen Galatasaray’ın artık işlemediği kesinleşen taktiğinden vazgeçmesini ve başka bir yaklaşım getirmesini bekledim ama buna hiş yanaşmadılar ve de maçı kaybettiler.

Önceki gece bu defa da Barcelona – Chelsea maçı vardı. Bir önceki maçın tıpatıp aynisi ortaya çıkmaz mı? Sanki Barcelona Galatasaray kılığına bürünmüş Chelsea de Fenerbahçe. Barcelona aynen Galatasaray gibi bütün maç artık işlemediği kesinleşmiş baskıya devam etti ve de çok üstün oynadığı maçtan yenik ayrıldı.

Belli ki teknik ekipleri probleme o kadar yakındılardı ki çözümü ortaya çıkaramadılar. Birkaç yıl sonra kimse iyi oynayan tarafı hatırlamayacak ama kazanan taraf ve skor arşivlere girecek ve her zaman hatırlanacak.

Kıbrıs Türklerine herhangi bir sorunları ile ilgili birkaç soru sorun, genelde alacağınız yanıt bir noktada “çözüm”, “barış”, anlaşma” gibi kelimelerden kurulu cümlelerden oluşur. Yani sorunumuz ne olursa olsun şu 50 yıldır erişilemeyen çözüm sihirli bir şekilde gökten başımıza düşecek ve tüm problemlerimiz çözümlenecek.

Pisikolog değilim ama bence bu tamamen mazeret uydurup gerçek problemlerin çözümünden kaçmaktan başka bir şey değil. Her konuyu “nasıl olsa yakında anlaşma olacak, bu konu da kendiliğinden çözüme kavuşur” diyerek ertelemede üstümüze yoktur.

Etraf çöpten geçilmiyor. Halk olarak önce kendimiz çevreyi kirletmekten vazgeçmeliyiz başkalarını da görünce uyarmalıyız deseniz. “Bizim milletden hayır yok, anlaşma olsun bak gör o zaman nasıl her taraf temizlenecek ve temiz kalacak” diye cevaplayanlar çıkar.

Ülkemizde üretim diye bir şey kalmamış, bunun tekrar ayağa kalkdırılması gerek. “Çözüm olmadan üretim müretim olmaz” diye karşınıza çıkarlar. Peki bizim kendi aklımız, kendi becerimiz yok mu? Biz gereken adımları düşünüp ortaya çıkarıp sonra da uygulayamaz mıyız? İlle de başkalarının gelip bizi kurtarmasını mı bekleyeceğiz?

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon Kıbrıs Danışmanı Alexander Downer’i tekrar adaya gönderdi. Bugün Downer Cumhurbaşkanı Eroğlu ve Rum lideri Hristofyas’la görüşecek ve onlara müzakerelerin bir sonraki adımının ne olacağı, daha doğrusu Genel Sekreterin izlenecek prosedür konusundaki isteklerini iletecek. Geçtiğimiz hafta sonu Genel Sekreter’in çok taraflı konferansı Rum istemleri doğrultusunda şu anda çağırmayacağını açıklaması aslında basına yansımasa da Türk müzakere ekibinde soğuk duş etkisi yaptı.

Eğer bugunkü toplantıdan da Rum istemleri doğrultusunda bildik “görüşmeleri şımdilik donduralım soınra devam ederiz” gibi Kıbrıs Türkünün ihtiyacı olan ambargoların kalkmasını süresiz ertelemek gibi acımasız ve haksız bir yaklaşım ortaya çıkarsa bizim taraf ne yapacak?

Her zaman olduğu gibi bunu da sineye çekip “onlar tanınmış dvlet, bizse tanınmayan devletiz. Dolayısı ile müzakere masasında her ne pahasına olursa olsun oturup beklemeliyiz” taktiğine ya da daha doğrusu taktiksizliğe devam mı edeceğiz? Galatasaray ve Barcelona gibi sonuç getirmese de kaleye baskıya devam mı? Peki biz gol atamadan maç biterse?