Geçtiğimiz hafta içerisinde İstanbul’a gidip döndüm. Son zamanlarda devamlı yaptığım bir şey olduğu için artık Ercan Havalimanı’na oto-pilotta gibi ulaşıp işlemlerimi yapıyorum.

Önce sabah erken olan uçağıma check-in yaptım, her gün yaptığım gibi gazetelerimi alıp pasaport kontrolünden geçtim. Orada bulunan “cafe”ye geçip nescafemi soyledim. Orada çalışan bayan “sütlü ve şekersiz, değil mi?” diye sorduğunda çok sık seyehat ettiğimi düşündüm...

Kahvemi içtikten sonra lavaboya gideyim dedim ki daha önce defalarca karşılaştığım feci manzara beni bekliyordu. Tuvaletlerin yarısı kırık-dökük, çalışmıyor. Turistler vatandaşlarla beraber bu manzara karşısında şok olup sırada beklemek zorunda. Gazetelerdeki beyanatlara baktığımızda siyasetçilerimiz’n turizimin “lokomotif sektör” olduğunu bozuk plak gibi vurgulamak için sıraya girdiklerini görüyorsunuz ama ülkenin tek havalimanının tuvaletlerini işler duruma getirip korumaktan aciziz.

Özelleştirme ile herşey düzelir mi dediniz? Ercan’daki temizlik işlerini zaten özel bir firma yürütmekte. Yani devlete düşen sadece bu firmaya sözleşme gereği işini yapmasını söylemek ve devamlı takip ederek işi nasıl yaptıklarını ortaya çıkarmak. Benim lavoboya girdiğim gibi bir Ulaştırma Bakanlığı yetkilisi de girse zaten durumu kendisi görecek. Bu kadar zor bir şey mi bu? Değil ama özele iş devretmek sadece sözleşmeyi imzalamakla bitmez. Bunun denetimini ve gerekirse herşeyi düzeltmek için gereken yaptırımları da yerine getirmek gerekir. Yoksa benim kaç defadır karşılaştığım feci manzara sizi sabah sabah bekler...

Neyse İstanbul’a ulaşıp işlerimi halletikten sonra sıra KKTC’ye dönmeye geldi. Yorgun ama evime döneceğim için keyifli bir şekilde uçağa binip koltuğuma yerleştim. Bindiğim uçak Londra’dan gelmiş, oradan gelen yolcular da uçakta beklemişler. Bunu da avazının çıktığı kadar bağıran bir vatandaşımızdan öğrendim. Arkadaş Londra’da bindiğinde pencere yanına oturmak istemiş. Arkadaşı da öyle isteyince ayni sıranın iki ucunda bulunan koltuklara oturmuşlar ama sanki de yan yana oturuyorlarmış gibi konuşmaya devam ediyorlar. Tabi uzak oldukları için de bunu bağırarak gerçekleştiriyorlar. Yakında olan birine bunun ne kadar süredir devam ettiğini sordum, o da bütün yol diye cevapladı. Ne uygarlık değil mi?..

“Be Ahmet, bu beytambal uçak gakacak mı beeee? Bıktım artık. Bütün gündür bu beytambalın içindeyik yahu”.

“Vallahi bilmem gardaş ama çabucak gakmazsa ben aha bu kapıcığı açıp aşşağa atlaycam”.

“Çok sıcak oldu be Ahmet. O acil çıkış kapısını gındırık bırak oğlum da biraz hava alalım”.

“Be pilot! Galdır artık bu uçağı be gavvolem!”

Uyaranlar oldu tabi ama arkadaşlar ellerinde boş viski şişeleri ile tüm uçağı KKTC’ye kadar bu şekilde rahatsız ettiler. Ne trajikomik bir durum değil mi? Etrafımızdaki turistler bize çaresiz bakışlarla baktıkça daha da rahatsız oluyorsunuz ama elden de sadece kabin ekibi vasıtasıyla uyarıp birkaç dakikalığına sessiz olmalarını sağlamak.

Ercan’a nihayet ulaştık. Yerimizden kalkınca bu muhteşem ikilinin tam önünde outran bir İngiliz aileye yaklaştım ve insanların bana söylediği cümle aynen şöyle: “Never again!”. Yani bir daha asla!

Uçakta bu iki kendini bilmez herkesin seyhatını zehir etmekle kalmadılar. Kıbrıs Türklerini de uygarlıktan uzak mağara devri insanları gibi lanse ettiler. Hem ülkemize turist gelsin diye yalvarıyoruz hem de böyle davranıyoruz.

Pasaport controlünden sonra Ercan’ın çıkış bölümündeki tuvaletlere bir girip göz attım, gidiş tarafındakilerden kalır yanları yoktu. İnşallah o İngiliz aile buraya girmez deyip eve gitmek için yola koyuldum.

Turizim Bakanlığımız ve yüzlerce personeli var. Ulaştırma Bakanlığımız ve yüzlerce personeli var. Başbakanlığımız, Cumhurbaşkanlığımız var. Koskoca devlet mekanizmamız var ama tek bir havalimanımızdaki tuvaletler bile yıllardır çalışır durumda değil.

Ne diyeyim, söyleycek bir şey yok…