CTP ile TDP’nin kıta sahanlığının sınırlandırılmasını öngören anlaşmaya “hayır” diyecek olmasına tepki gösteren geniş bir çevre oluştu.

Bunların içinde, ülkede bir tek şey dışında her şeyi mümkün görenler var.

Örneğin Cumhurbaşkanı’nın, Hükümet'in ve Meclis'in bilgisi olmadan uluslararası bir anlaşmaya imza atması “mümkün...”

Hatta Cumhurbaşkanı’nın başka amaçlarla gittiği bir yerde, kendisinin dahi imza aşamasında bilgisine getirilen bir anlaşmayı imzalamak durumunda kalması da “mümkün...”

Başbakan’ın “Anlaşma konusunda bilgilendirilmedim; Dışişleri Bakanı’mı bile imza törenine götürmediler” diyerek açıkça sitem ettikten sonra, partisinin ateşli bir “evetçi” kesilmesinde de bir tuhaflık yok; bu da “mümkün...”

Fakat bu anlaşmanın içeriğini ya da imzalanış şeklini beğenmeyip buna itiraz etmek “imkânsız...” Erdoğan ile Eroğlu’nun imzaladığı bir anlaşmaya “hayır” demek kimin haddine?

En ilginç yorumlardan birisi, gazetede görüşü yayınlanan vatandaşlardan birisine aitti. Ankara’nın sözünden çıkılmasına öfkelenen bu vatandaşa göre “Türkiye’nin buradaki muhalefeti daha sıkı kontrol etme zamanı çoktan geldi.”

Son dönemde bir de “birlik beraberlik” teması yine tedavüle sürüldü. “Rum’a ve dünyaya karşı tek vücut olunması gereken bu dönemde muhalefet niye çıkıntılık yapıyor ki?” diyenlerin “birlik ve beraberlik”ten anladığı şey hiç de kucaklayıcı değil.

“Birlik beraberlik”; New York öncesinde gereksiz bir şeyken, her şey bittikten ve kimsenin bu anlaşmaya tek satırlık bir katkı yapma ihtimali kalmadıktan sonra “elzem” hale geliverdi.

Yani Erdoğan’la Eroğlu’nun, netameli bir konuda “birlik ve beraberlik” gözetmeden beş on dakikada uzlaşması “mümkün”; fakat imzalar atıldıktan sonra “hizadan çıkanların” yaptıkları ihanete eş...

Bir ülkede herhangi bir partinin herhangi bir konuda aldığı karar ya da takındığı tutum, çok sert bir şekilde eleştirilebilir. Bu partilerin demokratik ölçüler içinde kalınarak yerden yere vurulması bile doğal bir siyasal hak... Kamuoyunun beğenmediği kararları değiştirmek için devreye girmesinde bir gariplik yok.

Tuhaf olan, partilere hiç de demokratik olmayan bir şekilde hareket alanı çizmek ve sınırlama getirmektir. “Ne yani koskoca Türkiye Başbakanı’nın hiç işi yoktu da neye imza atacağını size mi soracaktı?” diyenler, sadece muhalefet partilerini değil bu ülkedeki tüm kurumları ve aslında bu ülkenin kendisini yok saymış oluyorlar.

Her şey imkân dahilindeyken, Ankara hükümetinin taleplerine karşı çıkmak niye imkânsız görülüyor?

Türkiye’nin AB Bakanı’na göre Kıbrıs’taki bütün partiler meseleye “milli” gözlüklerle bakmak zorunda. “Milli” olmanın objektif kriterleri olsa haydi neyse… Daha düne kadar yerden yere vurulan şeylerin bugün resmi teze dönüştürüldüğü dikkate alınırsa, dönemsel tavırların hiç de tartışılmaz olmadığı görülür.

Bizimle ilgili olan ne varsa tartışabilmeliyiz. Her şey mümkünken, tek şey imkânsız olamaz.