Geçtiğimiz hafta içinde Ankara’da gerçekleşen ‘Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’ toplantısına Güney Kıbrıs’tan da iki milletvekili katıldı...
Milletvekillerinden bir tanesi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ‘İnsan haklarının ihlali ve Türk Askeri’nin adada bulunması’ gibi konularda soru yöneltti...
Davutoğlu bu sorulara çok mükemmel yanıtlar verdi...
İnsan haklarının ihlali mi?..
Siz bugün tek yanlı AB üyeliğinin avantajlarını kullanarak her türlü uluslararası toplantılara ve etkinliklere katılıyor, tüm olanaklardan yararlanıyorsunuz...
Ama Kıbrıslı Türkler resmi futbol maçı dahi yapamıyorlar...
Öyleyse insan hakları ihlali esas Kıbrıslı Türklere yapılanlardır...
Peki Türk Askeri’nin adada bulunması?..
Onun yanıtı da hazır...
Eğer sizler Annan Planı’na “Evet” demiş olsaydınız bugün adada sembolik miktarda Türk ve Yunan askeri kalacaktı...
Yani 40 bin değil, sadece 600 Türk askeri...
Davutoğlu, fırsatı yakalamışken konuyu ekonomik krize getirdi ve Rum milletvekiline şunları da söyledi:
“Eğer Annan Planı’nı kabul etseydiniz, bugünkü ekonomik krizi de yaşamazdınız...”
Rum milletvekili, Davutoğlu’na soru sorduğuna bin pişman olmalı...
Çünkü bu yanıtlar gerçeğin ta kendisidir...
Annan Planı’na yüzde 70’i aşkın bir destekle ‘Ohi’ demeselerdi, aradan geçen 9 yıllık süre içinde Kıbrıs’ın tamamı gelişecek, işsiz insan kalmayacak, özellikle turizmde patlama yaşanacaktı...
Ayrıca 120 bin dolayında Rum göçmen mülküne dönmüş olacaktı...
Sadece Maraş’ın ayağa kalkması için dıştan gelecek paralarla bu ülke şaha kalkar, hiçbir şekilde ekonomik kriz yaşamazdı...
İşte ‘Ohi’nin bedeli bu kadar ağır oldu...
Rum kesimi şu anda kredi alabilmek ve bankalarını yüzdürebilmek için 16 milyar Euro dolayında paraya ihtiyaç duyuyor...
Troyka ise, geri dönüşü konusunda tatminkâr bir karşılık alamadığı için bu parayı vermekten korkuyor...
Troyka parayı vermezse, Güney Kıbrıs’taki hükümet nisan ayından itibaren memur ve emekli maaşlarını ödeyemez duruma gelecek...
Yani iflas...
İhtiyaç duyulan 16 milyar Euro, Maraş’ın toplam değerine yakın bir rakamdır...
Bu durumda Avrupa ülkelerinin, yeni Rum lideri ile başlatacağı yeni pazarlık süreci çok önemlidir...
Biz bu süreci yakından takip etmeliyiz...
Yani, doğal gaz konusunda olduğu gibi seyirci pozisyonunda olmamalıyız...
Tüm gelişmeleri yakından takip etmeli ve AB yetkililerini ‘kalıcı bir çözüm konusunda’ Rum tarafı üzerinde baskı kullanmaya teşvik etmeliyiz...
Bunun için de zamanımızı kısır çekişmelere harcamaktan vazgeçmek zorundayız...
Türkiye’nin, AB sürecini kilitleyen Kıbrıs sorununun çözümüne odaklanmalı, yoğun bir hazırlık dönemine girmeliyiz...
Önümüzde uzun bir süre yoktur...
Ama yapılacak işler çoktur...
Evimizin içini temizlemeli, ekonomik açıdan daha güçlü bir seviyeye gelmeliyiz...
Türkiye’nin akıttığı paralarla bunu başarabiliriz...