Bir sorunu çözüme ulaştırıp ortadan kaldırmak için önce sorunun nereden kaynaklandığını saptamak gerekir. Kıbrıs’ta Rumlarla beraber çözmeye çalıştığımız sorunu Kıbrıs Türkleri olarak biz çıkarmadık. Sorun Rumların enosis istemiyle ortaya çıktı ve birçok değişik gelişmelerden geçerek bugüne kadar geldi.  Geldi ama sorunun kökeni olan Rumların enosis istemi ortadan kalmadı.

Kıbrıs sorununun günümüze kadar çözümlenmeden gelmesinin bir diğer etkeni de şu meşhur “uluslararası toplum”.  Aslında bu şatafatlı sıfat esas olarak ABD, İngiltere, Rusya ve AB için kullanılıyor çünkü gerçekçi olursak dünyanın geriye kalan ükleleri Kıbrıs’ta sorun varmış veya yokmuş diye pek de merak etmiyorlar. “Uluslararası toplum”, Rumların Kıbrıs’ta Türklere karşı jenosit işlediklerini bile bile, “etnik temizlik” diye bir şeyin Nazilerden sonraki en başarılı uygulayıcılarından olduklarını bilmelerine rağmen “Kıbrıs Cumhuriyeti” hükümetinin Rumlar tarafından işgaline izin vererek sorunun bugün de çözümsüz devamında suç ortağı olmuşlardır.

O zaman bugün gelinen durumda sorunun temel etkenlerinden neyin değiştiğini ve bu değişimin tarafları nasıl olur da bir çözüme ulaştırabileceğini sorgulalamız gerekir. Rumların enosis emelleri değişti mi? Kesinlikle hayır. Meclislerinden geçirdikleri enosis kararını halen geri çekmemişlerdir.  Aslında AKEL’in de böyle bir kakarı vardır ve parti olarak onlar da hala daha enosis kararını geri çekmemişlerdir. Peki “uluslararası toplumun” Kıbrıs’a yaklaşımında bir değişiklik var mı? İşte bunun cevabı ya bütün dengeleri değiştirecek, ya da bazılarının “statüko” dediği şu andaki durumun belirsiz bir biçimde devam etmesine yol açacak.

BRT’de bir programa çıkan Cumhurhaşkanının Özel Temsilcisi Kudret Özersay’ın bu konuda söyledikleri şöyle :

“İzolasyonların sona erdirilmesi için talepte bulunuyorsunuz, size ‘bir şeyler yaptık ama bu şartlarda izolasyonlar konusunda da elimizden başka birşey gelmiyor, 2004’deki sözümüzü tutamadık ama aslına bakarsanız, Kıbrıs sorunu çözüldüğünde bütün bu sorunlar halledilecek, müzakereler de devam ediyor zaten, dolayısıyla siz de bizi çok sıkıştırmayın’ gibi bir cevapla karşı karşıya kalıyoruz. Yani müzakereler izolasyonların kaldırılmaması için bir bahane olarak bize karşı kullanılıyor”

Yani bunun tercümesi şudur: Eğer bir an önce 48 yıldır süren müzakerelere son verilip başka çözümler denenmezse “uluslararası toplum” bizleri bir 48 yıl daha uyutmaya ve haklarımızı çiğnemeye hazırdır.

Türk dünyası şu anda Kıbrıs’ta bulunan haksız durumun devamından yana değildir. Rumlar ise gayet rahat bir şekilde “statüko”nun devamı için ayak sürümektedirler. O zaman yapılması gereken bir an önce Anavatan Türkiye’nin “uluslararası toplum” üzerindeki tüm gücünü kullanarak Küzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası statüsünün kademeli olarak yükseltilmesidir. Bu önce dünya ülkeleri ile ekonomik entegrasyon olarak başlayıp ileride tam tanınmaya kadar gidebilir.

Bunu olanaksız bir hayal olarak görenler vardır.  Olabilir.  Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için gereken adımları atmaya başladığında da ayni tip insanlar bunun ne kadar imkansiz bir şey olduğunu söylüyorlardı. Karşı çıkan gurupta hem gericilerin hem de kendini “aydın” kabul eden züppelerin de olduğunu hatırlatmakta yarar var.  Atatürk bunlara rağmen o mucizeyi gerçekleştirdi.

Birleşmiş Milletlere üyeliğe gelince, şu anda BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan Çin’in kuruluşundan ancak 23 yıl sonra bu kulübe kabul edildiğini biliyor muydunuz? Yani dünyanın en kalabalık ülkesi tam 23 yıl boyunca yok sayılıp tanınmamış.

Hayatta imkansız olan şey yoktur. Sadece bazı şeyleri imkansız gören insanlar vardır...