Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Alexander Downer, Kıbrıs müzakerelerinde ilerleme sağlandığını açıklamış.

Gerçi dün bu açıklamasını tekzip edercesine “ilerleme olup olmadığını New York’ta anlayacağız” dedi ama ilk açıklaması bazılarımızın heyecana kapılmasına yetti.

Ne tuhaf değil mi? Kıbrıs’ta yaşadığımız ve gerçekte neler olup bittiğini en iyi yorumlayabilecek durumda olduğumuz halde, kendimizi yabancıların izahatına muhtaç hissediyoruz.

Aslında her şey çok açık: Kıbrıs sorununun çözümü konusunda heyecana kapılmamıza neden olabilecek en ufak bir gelişme yok. İki liderin bazı müzakere başlıklarında uzlaşmaya varmış olmaları da bu gerçeği değiştirmeye yetmiyor.

Çünkü esas uzlaşmazlık, sanıldığı gibi liderlikler düzeyinde değil toplumsal düzeyde yaşanıyor. Kulağa çok hoş gelen ve son derece insani öğelerden oluşan “çözüm” retoriği, ne yazık ki bu toplumsal gerçeği aşmaya kâfi gelmiyor.

Yakın geçmiş ve güncel koşullar Kıbrıs’ta yaşayan iki toplumu birbirinden ayrı duygu dünyalarına savurmuş durumda. Bu ayrılığı hiçbir toplumsal mühendislik projesiyle aşmak mümkün değil.

Kıbrıs’a karargâh kuran yabancıların “hadi şu Kıbrıslılar’ı barıştıralım” tavrının da herhangi bir gerçeklik zemini bulunmuyor. Diplomasi ve mikro projeler, belki küçük kıpırdanmalara yol açabilir ama toplumsal muhayyile dünyasını dönüştüremez.

Aralarına tarihsel ve dramatik olaylar girmiş iki toplumun odak grup çalışmaları, uzlaşım eğitimleri ya da yurt dışı kurslarıyla birbirlerine yakınlaştırılabileceğini sanmak boşuna.

Bu adanın iki toplumunu birleştirebilecek yegâne şey, dünü unutturacak yeni bir ekonomi politik olabilirdi. Oysa bu konuda ayağa gelen fırsatların krize dönüştürülmesi için hiç zaman kaybedilmedi.

İki toplum arasında zorlama tüzük ve genelgelerle cılız bir ticaret tesis edilebildi o kadar. Ama bu ilişki, ekonomik kaynaşmayı sağlamaya yetecek düzeye yaklaşamadı bile. Petrol rezervi konusundaki itiş kakış da “ortaklık” duygusundan yoksunluğun doğal sonucuydu.

Barışa hizmet etmek son derece ulvi bir iş. Fakat bu işi bir mühendis edasıyla yapmaya kalkanların çabası boşuna.

Hatta ara bölgede düzenlenen kokteylli buluşmalardan, “yerli kabileleri” barıştırmaya gelen misyoner pozlarından ve kibre bulanmış “barışmalısınız; medeniyet bunu gerektiriyor” telkinlerinden artık gına geldi.

Manzara çok açık: Ekonominin ve toplumsal döngünün aynı eksende kesişmediği hiçbir toplum aynı koordinatlarda buluşturulamaz. Bunun dışında kalan her şey ya romantik bir temennidir ya da kibirli oryantalizmin uzantısı…

Bu adada biz yaşıyoruz ve görüyoruz. Başkasından dinlemeye ihtiyacımız yok. Aslına bakarsanız liderlerimizin ne söylediği de önemsiz.

Kıbrıs sorununda ilerleme falan olduğu yok… “Tarih” evlerimizi ayırmıştı ama “güncel” kalplerimizi… Bu sorun müzakere masasında çözülemez. Dış telkinlerle hiç çözülemez.

New York’ta ne olacağı hiç mühim değil. Lefkoşa’da uzlaşamayan New York’ta uzlaşsa kaç yazar?