Geçmişte bir gazetede milletvekilleriyle dizi söyleşiler yayınlanmıştı. Bu söyleşilerde çoğu milletvekilli aynı şeyden yakınıyordu.

Milletvekilleri sık sık düğünlere ve kulüp yemeklerine gitmek zorunda olduklarını anlatıyor ve bu tür davetlere para yetiştirememekten şikayet ediyorlardı. 

Söyleşilerin bütününe bakıldığında KKTC’de milletvekili olmanın en büyük zorluğunun, herkesin gönlünü hoş tutmaya çalışırken bitap düşmek olduğu anlaşılıyordu.

Politika denilen şey bizde bir türlü anlamını bulamadı. Normalde “ortak iyiye ulaşma” hedefiyle ve yine “ortaklaşa” yapılan bu makro iş, bizde nedense mikro ölçekte sıkışıp kalıyor.

Politika erbabımız her biri toplumun ortak sorunu olan meseleleri, “toplumsal” değil “bireysel” sorunlarmış gibi ele alıyor. Örneğin işsizliği hafifletecek devlet politikalarına kafa yoracaklarına, mesailerini “falancanın çocuğunu bir yerlere sokuşturmaya” harcıyorlar.

Politikayı düğün, cenaze ve rakı gecesi üçgeninde işleyen bir mekanizmaya dönüştüren bu sıkışma hali, “kamuoyu” denilen o büyük gücü de parçalayıp yok ediyor.

Politikanın gündelik hayattaki tezahürü epey tuhaf:

Aynı anda hem “kızın düğününe gelene bir tikçik”, “dedenin cenazesinde saf tutana da bir tikçik”, “oğlanı memur yapanaysa ailecek mühür…” Hem de “damadı işsiz bırakana küfür”, “dedeyi defnetmeden önce yıkamayana lanet”, “oğlana artış yapmayana sitem…”

Bir yerde politikacıların en büyük derdi düğüne ve cenazeye koşmaktan yorgun düşmekse o yerde yapılan şey gerçekte politika olabilir mi?

Görevden alınan bir bakan, küskünlüğünü dile getirirken, “köy köy dolaştım, bu bana reva mıydı?” diyor ama yaptığı iyi bir işi anımsatamıyorsa kabahat sadece onda mı aranmalı?

Peki Tarım Bakanı, mesela pestisitli börülce ve hormonlu çilek skandalının eksik olmadığı bir memlekette sürekli konuşuyor ama bunlar hakkında tek kelime etme ihtiyacı hissetmiyorsa, karşısında duran güce “kamuoyu” denilebilir mi?

Teşbih falan değil; ülke tam anlamıyla pislik içinde yüzüyor. Her yanda dehşetli bir kanalizasyon sorunu var. Lefkoşa, Girne, Alayköy, Hamitköy, Gönyeli, Gemikonağı ve daha nice yerde lağım suları ya derelere, ya sokağa ya da denize akıyor. 

Bu sorun hakkında Çevre Bakanı’nın ağzından bugüne kadar çıkmış tek bir sözcük duyan oldu mu? Sayın bakan, mütemadiyen turistlere tatil için Kuzey Kıbrıs’a gelmelerini tavsiye ediyor. Peki bize tavsiyesi nedir? Yaşamak için Kuzey Kıbrıs’tan mı gidelim?

Memlekette homurtu çok fakat fokurtu da öyle… Keşke kamuoyu, homurdanmakla inşa edilebilecek bir şey olsaydı.

Bazen çok zor sanılan bir iş aslında çok kolaydır…

Tarım ve Sağlık Bakanı zehirli gıda; Çevre Bakanı lağım sorunu dışında her konuda konuşuyor; kamuoyu ise onları “hadi ordan” demeden mayışmış halde dinlemeye devam ediyorsa, böyle bir yerde 23 Nisan çocukları bile bakanlık yaparken zorlanır mı?