Başarıya ulaşabilmek için önce hedefi çok açık ve basit olarak tesbit etmek gerekir. Sonra o hedefe ulaşabilmek için bir plan yapılır ve en önemlisi de bıkmadan usanmadan hedefe ulaşana kadar çalışılır. Hedef yerine sadece hedefin etrafında dolaşmayı başarı olarak kabul ederseniz hayatınız boyunca o hedefe ulaşamazsınız.

Biz Türkler herşeyi çok erken kutlarız, sonra da gerçek hedefi kaçırır ve mazeretlere boğuluruz. Kendimizi avutmada ustayız. Gerçek başarıya ulaşmak yerine yaklaşmayı en büyük başarı olarak ilan ederiz. Yanılıyor muyum?

Çocukluğum dediğimde aklımda canlanan görüntülerden biri de siyah-beyaz televizyonların önünde kardeşim Tonguç’la karıncalı yayınlardan Türkiye Futbol Mill Takımını bir bozgundan diğerine seyretmemiz ve bütün maç boyunca heyecanla kazanmaları için dua etmemizdir. Diyelim ki 2-0 kaybettik. Ertesi günkü gazetelerin manşeti bize umut aşılıyordu: “Yenildik ama ezilmedik”...

Yanlış anlamayın yenilen bir takımın dahi ortaya koyduğu mücadele alkışlanmalıdır. Benim bahsettiğim maçlarda bizimkiler mücadele etmek bir yana sahada dolaşıp duruyorlardı ama gazeteler yine de “ezilmedik” diye seviniyorlardı.

Geçen akşam Olimpiyatlarda Türk atlet Nevin Yanıt 100 metre engellide beşinci. Geldi. Gazetenin manşeti “Gönlümüzün kürsüsünde”. Bu yazının yazıldığı ana kadar bir Türk atlet tarafından kazanılan tek madalya için bir petrol şirketi tam sayfa ilan verdi ve atletimizin resmi üzerinde “Teşekkürler Rıza!” büyük puntolarla yazıldı. Atletlerimizin çabalarıyla tabi ki gurur duyarız ancak beşinci gelen birini sanki de altın madalya kazanmış gibi göklere çıkarırsanız neden dördüncü olmayı denesin ki?

Diyelim ki satış ve pazarlama ile uğraşıyorsunuz. Patronunuza gidip “efendim, denedim ama dört rakibimizden daha az satış yaptık” deseniz sizce patronunuz “aferin, gönlümün kürsüsündesin” der mi? Yoksa size hedefi hatırlatıp başarısızlığınızın analizini yapmanızı ve bu defa hedefe ulaşmanızı mı söyler?

Çarşamba günkü Halkın Sesi’nin spor sayfasında biri yemyeşil biri de sarı ve kurumuş iki çim saha resimlerinin başlığı “Niye beceremiyoruz?”. Haber Antalya ile ayni iklimi paylaşmamıza rağmen neden Antalya’da yeşil sahalar varken bizdekilerin kurudukları konusunu işliyordu. Nedeni aslında acı olduğu kadar da basit. Hedef yok, hedefe ulaşmak için gereken eylem planı yok, ulaşılıp ulaşılmadığını ölçen mekanizma yok ve konunun başındaki ekip başarılı olsa da olmasa da ayni ödülü alıyor.

Gereken suyu ve gübreyi verirseniz, kullandığınız tohum sizin iklim ve toprağınıza uygunsa ve düzenli şekilde doğru çim biçme traktörüyle biçerseniz çim hem büyür, hem sıklaşır hem de yemyeşil kalır. Amacınız bundan biraz olsun taviz vermekse netice olarak sapsarı, yer ye boşlukları olan bir zemin sizi bekler. Bu kadar basit...

Maçlara gittiğimde seyircilerden bile defalarca duyduğum gerçek dışı masal “bizim memlekette çim yetişemez”dir. Bunu kim, ne sebeple yaymış anlamıyorum ama ayni mantığı başka başrısız olduğumuz konularda da halkımız kullanmaktadır.

“Bizim memlekette üretim olmaz”.

“Küçücük adayız. Turizimden başka bir şeyle geçinemeyiz” “Bizim memlekette tüm siyasetçiler aynidir. Kimse başa geldiğinde pozitif değişimi sağlayamaz”.

“Bizim halkımız tembeldir. Hiç birisi çalışmak istemez”.

“Kıbrıslı Türklerden iyi sporcu yetişmez” (bunun ne kadar yanlış olduğunu Meliz Redif 4x400 metrede Olimpiyatlarda bu akşam yarışarak gösterecektir. Atletimizi buradan kutlar bu örneğin hepimize çalışınca başarabileceğimizin bir göstergesi olmasını dilerim).

Bu örnekleri artırmak mümkün. Hepsinin de iki ortak noktaları var. Hepsi negatiflik doludur ve gerçek hedeften şaşmak için bir mazeret içermektedir. Hem negatiflikten hem de başarı yerine ayni mahalleden geçenleri bile göklere çıkarmaktan vazgeçip gerçek başarıların hedef tesbiti, hedefe ulaşım planı ve azimli çalışma sonucu elde edileceğini bilmeliyiz.

Ne dersiniz, bunu yapabilirmiyiz?