Yıl sanıyorum 1989’du. Çalıştığım uluslararası şirket yönetici eğitimine çok önem veren bir şirketti ve devamlı değişik konularda eğitim alarak yetişmemizi sağlıyordu. O dönemde aldığım eğitim ve deneyim ileride ABD’de kendi şirketimi kurmamı ve bunun dünyanın belki de en katı pazarında başarılı olmasına zemin hazırlamıştı. Aldığımız eğitim konularının bir tanesi de müzakere konusundaydı. Bu konuda uzmanlaşmış ve General Motors, Coca-Cola gibi dünya devi şirketler ve hatta ABD Dısişleri yetkililerini de müzakere etme konusunda eğiten bir danışmanlık şirketi tarafından eğitime alınmıştık.
Tam bir hafta büyük şehirlerden uzakta bir yerde olan bir otelde müzakere etme taktikleri konusunda yoğun bir program uygulandı ve netice olarak başarılı olanlara başarı belgeleri sunuldu. O günden itibaren de hayatın hemen her detayında o hafta öğrendiğim birçok şeyi uygulama fırsatım oldu.
Müzakereler her zaman için bir taktik savaşıdır. Önce gerçek hedefin ne olduğu açık ve kesin bir şekilde saptarsınız. Sonra en kötü olasılık olarak neyi kabul edebileceğinizi açıkça belirlersiniz. Sonra da taktik savaşına girer ve gerçek hedefinizden çok ötede bir noktadan müzakereye başlarsınız. Bu ileride vereceğiniz tavizler verildikten sonra bile hedefinize ulaşmanızı sağlar.
Kıbrıs müzakerelerini izlerken bazen Türk tarafının yaklaşımlarını hayretler içerisinde izliyorum. Kıbrıs Türk tarafı, hem de Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun ağzından, devamlı “bizim çözüme Rumlardan daha çok ihtiyacımız vardır” diyor. Buna Türkiye’den devamlı söylenen “biz Rumlardan her zaman bir adım önde olacağız” söylemini de eklerseniz Rumların müzakerelerde neden devamlı hiç geri adım atmadan dimdik durduğunu anlarsınız. Karşısındaki muhatabı “sonuca benim senden daha çok ihtiyacım var” dediği sürece tabi ki hiç bir esneklik göstermeden öylece bekleyecekler. Çünkü aldıkları mesaj açıkça “beklerseniz daha da tavizler vereceğiz”dir.
En yetkili ağızlardan bu cümleler çıkmaya devam ettiği sürece de üçüncü ülkeler de Rumlara değil Türklere baskı yapmaya devam ediyor. ABD, İngiltere ve diğerleri devamlı Türk tarafına Rumları “çözüme ikna etmek için” bir jest daha yapmalarını istiyor. Son olarak da çapraz oy konusunda bir “esneklik” yapmamız için baskı korosu başladı. AB deseniz zaten her ağızlarını açtıklarında Rum ağzıyla konuşuyorlar.
Türk yetkililerin “eğer Rum tarafı herhangi bir esneklik gösterirse biz de açılım yapmaya hazırız” söylemi ve yukarıda listelediğim diğer cümleleri de Türk tarafına baskıyı davet ediyor ve Rumların da daha da katılaşmasına neden oluyor. Dış dünyaya Türk tarafının aslında çözümden yana olduğunu göstermek için yapıldığını bilmeme ragmen bence bu taktiksel bir hatadır ve bu hatadan bir an önce dönülmesi gerekmektedir. Bu çizgide devam edilirse biz devamlı sıkıştırılan taraf olacağız, Rumlar katı tutumlarını devam ettirecekler ve en önemlisi müzakereler de ucu açık bir şekilde belirsizliğe doğru devam edecektir.
Yapılan kamuoyu araştırmaları halkımızın artık iki ayrı devletin yanyana yaşamasının en iyi çözüm olacağını söylüyor. Rumun herhangi bir anlaşmaya yanaşmayacağını da BM dahil herkes farketmiş ve itiraf etmiş durumda. O zaman Rumlarla 48 yıldır devam eden bu saçma müzakerelerin bir şekilde sonlanması ve “gerçek müzzakerelerin” Anavatan Türkiye’nin yardımıyla dünya ülkeleriyle başlaması ve bunun hedefinin de KKTC’nin tanınması olmalıdır. Herkes bunu bilirse ve geri adım atılmayacağını da bilirse yaklaşımları da farklı olacaktır.
KKTC hemen tanınacak mıdır? Belkide değil ancak Tayvan gibi sınırlı bir tanınma bile dünya ile ekonomik entegrasyonu başarmamıza neden olacaktır. Ondan sonra da BM denen kulübe şimdilik üye olmuşuz olmamışız ne farkeder?
Herhangi bir müzakerede haklı olan değil istediğini koparan kazanır…