Türkiye’yi “çılgın proje” heyecanı sardı. Herkes Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim vaatleri arasında yer alan akla ziyan projenin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor.

Erdoğan geçtiğimiz günlerde İstanbul’a iki yeni şehir ekleyeceklerini açıklamıştı. İlk başta çılgın projenin bu olduğu düşünüldü. Ama 27 Nisan’da yeni bir açıklama bekleniyor. Projenin ne olduğu esas o zaman anlaşılacak.

Türkiye çılgın projeyle yatıp kalkadursun, biz kısır adamızın boğucu gündeminde debelenmeye devam edelim...

Aslında çılgınlığın en büyüğü bu: Projesiz yaşamak... On bakan, sayısız bürokrat, bir dolu daire... Ne için? Hangisi kendi alanında bir büyük dönüşüm tasarlıyor? Bizim kaç “akıllı projemiz” var?

Bakanlarımızın kaçı gündelik işlerin akıntısına kapılıp gitmiyor? Bizim yöneticilerimiz niçin ruhsuz ve anlamsız kabullerden fırsat bulup da, heyecanla açıklayacakları iyi çalışılmış, inandırıcı projeler üretmezler?

Birisi bakan olarak atanır atanmaz hemen ablukaya alınır: “Falancılar birliğinin ziyareti”, “filancılar derneğinin daveti...”

Bu durumun sakıncası keşke vaktin ziyan edilmesiyle sınırlı kalsa. Bakanlıklar bu şekilde üzerlerine çullanan küçük çıkar öbekleri tarafından “sınırlandırılırlar.”

Geçmişte yaşanan bazı olaylar bakan odalarının ve bakanlıkların, “ilgili” örgüt temsilcileri tarafından nasıl da ele geçirilebildiğini anlatmaya kâfi.

Bakanla konuşurken ayaklarını sehpaya uzatan birlik başkanları mı istersiniz; odaya randevusuz dalan temsilciler mi; yoksa bakan adına basın bildirisi kaleme alan dernek üyeleri mi? Hepsinin ortak özelliği, bakanlığı kendi çiftlikleri gibi kullanma keyfiyeti...

Kendilerine abartılı politik güç atfeden çevrelerin kuşatmasıyla daha ilk elden vizyonları daraltılan bakanlıklar, günlerini ona buna lütufta bulunarak harcar giderler.

Fon muafiyeti, arazi bağışı, teşvik primi, kira yardımı türü iltimaslar bahşederek güya sektörü ayakta tutarlar ama günün sonunda memleketin nasiplendiği bir büyük iş başarmış olmazlar.

Geçmişte en azından “beş yıllık kalkınma programları”ndan söz edilirdi. Artık işler günübirlik. Kimsenin orta ya da uzun vadeli bir planlama çabası yok. Zaman akıyor, biz seyrediyoruz.

İstatistik çalışmaları gösterdi ki Kuzey Kıbrıs’ta trafiğin en yoğun olduğu yer Gönyeli Çemberi ile Hamitköy Kavşağı arası. Yüzlerce insan her gün burada perişan oluyor. Çok mu zordur bu yolu ıslah edecek bir “akıllı proje?”

Sağlık Bakanı ülkede yetişen zirai ürünlerin denetlenemediğinden yakınıyor. Bunu bile beceremeyeceksek söyler misiniz neyi becereceğiz?

Peki ya Tarım Bakanlığı, organik tarım konusunda niçin büyük bir seferberlik planlamıyor? Pestisitli gıda bizim kaderimiz midir? UNOPS gibi yabancı kuruluşlar ülkemizde başarıyla organik projeler yürütüyorlar da bizim bakanlığımız böyle bir şeyi niye akıl edemiyor?

Bakalım rakının anavatanına rakı satamıyoruz diye hayıflanmaktan ne zaman vazgeçeceğiz... Türkiye pazarını hellime boğmak çok mu fantastik?

Türkiye “çılgın proje” peşinde. Bizse projesiz yaşama çılgınıyız. Akıntıya kapıldık gidiyoruz.

Makam sahiplerimiz de seyirci. Oysa “bakan” olmak için çarşambadan çarşambaya toplanmak şart değil.