Biz her ne kadar da Kıbrıs’ı dünyanın merkezi ve Kıbrıs sorununu da dünyanın en büyük problemi olarak görsek de gerçek aslında dünyanın bizi pek de umursamadığıdır. Biz ise UBP kurultayının bile dünya basınında yer bulmasını bekliyoruz adeta...

Bu yıl gerçekleşecek bir seçim var ki Kıbrıs’tan binlerce kilometre uzakta olmasına rağmen şu küçücük KKTC’de olan bizleri de çok yakından ilgilendiriyor. İlgilendirmiyor diye düşünüyorsanız da size ilgilenmeniz gereken bir seçim olduğunu vurgulamak isterim çünkü bu seçimi kazanan adam Kıbrıs konusunda da dengeleri istediği yönde etkileyecek güce sahip olacak.

Kasım’ın ikinci Salı’sı geleneksel olarak her yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde “Seçim Salısı”dır. Ara seçimler de o günde gerçekleşir Başkanlık seçimleri de. ABD Başkanı’nın dünyanın en büyük ve köklü ekonomisini yönettiğini ve dünyanın en güçlü silahlı kuvvetlerinin başkomutanı olduğunu düşünürseniz bu yıl  “dünyanın en güçlü insanını” seçecek Amerikan seçmeni. Demokrat Partili Başkan Barak Obama veya Cumhuriyetçi Mitt Romney o Salı gecesi başarısını ilan edecek. Kaybeden de geleneksek bir şekilde kendi yanında olanlara bir konuşma yapacak ve kazanan rakibini başarısından dolayı kutlayacak. Amerikan demokratik sistemi o kadar köklü, o kadar geleneksel bir olgunlık içerisinde işliyor ki size o gece neler olacağını bu günden yazabiliyorum.

Seçim bölgeleri de bu kadar yılık oturan sistemden dolayı bir şekilde “oturdu”. Başka partiler kurulmasına rağmen Amerikan siyasi dünyası merkez “solumsu” olan Demokrat Parti ile sağ Cumhuriyetçi Parti’yi kabul etti. Ülke genelinde de oylar karpuz gibi ortadan ikiye bölünüyor. Herşey sanki de 50-50 başlar ve oradan biraz yukarıya veya biraz aşağıya kayar.

Genelde başkanlık seçimlerine gelince Amerikalılar halen başkan olan birini makamından söküp atmazlar çükü sistemleri zaten başkanlık makamında sadece iki defa seçilebilineceğini zorunlu kılıyor. Yakın geçmişte sadece iki başkan bir dönem başkanlık yaptıktan sonra seçim kaybetmiş. Birincisi Jimmy Carter, diğeri de “baba” Geroge H.W. Bush.  İkisi de korkunç bir ekonomik yıkım esnasında seçime girdiler ve halk da ekonomik durumun onların suçu olduğuna inanıyorlardı.

Başkan Obama tam manasıyla “bir enkaz devraldı”. Bizde bu cümle yeni gelen iktidarların ağızlarında sakız oldu ama Obama göreve geldiğinde ABD ekonomisi 1930 yılında başlayan ve dünyaya yayılan “Great Depression” yani büyük ekonomik yıkım dönemini andırıyordu. İçinde olduğum için çok yakından inceleme fırsatı bulmuştum. Her firma gibi benimkinide korku sarmıştı. Piyasadan para aniden kaybolmuştu. İşte bu anda yeni bir başkan seçildi ve “buyur düzelt” dendi. Cesurca aldığı tedbirler hem 1930 örneğine gidilmesini önledi hem de dünya ekonomik krizinin daha hafif geçmesini sağladı. Henüz herşey düzelmedi ama depresyondan da söz edilmiyor artık.

Romney ise kariyerini “seçilmeye adamış” bir milyoner. Yıllarca Massachussetts’ten senatör seçilmeye çalıştı. Milyonlarını harcadı ama seçilemedi. Sonra Vali seçilebildi ama pek başarıdan söz edilemez. Şimdi de kaçıncıdır ABD başkanlığına soyundu. Seçilirse de eski başkan Geroge W. Bush stili bir ekonomik yaklaşım ve daha da önemlisi ayni tip dünya görüşüyle dış politika yönetimini bekleyebiliriz. Bush döneminde İrak’ı işgal eden ABD Romney döneminde de bu tip adımlar atabilir.

ABD seçim tarihinde Ohio eyaletini kazanamayan Cumhuriyetçi aday başkan seçilemedi. Şu an da Obama Ohio’da önde görünüyor. Ortada Obama’yı makamından edecek bir ekonomik kriz yok. Bana sorarsanız bir sürpriz ortaya çıkmazsa dört yıl daha “Başkan Obama” diyeceğiz.

Peki bizim Cumhurbaşkanlığımız seçim sonrası Kıbrıs konusunu Washington’a taşıyıp tezlerimizi kabul ettirmeye hazır mı?