Kuzey Kıbrıs’ta kendini “çözümcü” olarak kategorize eden geniş bir çevre var. Bunlar arasında bazı siyasal partiler ile çok sayıda sendika ve sivil toplum örgütü başı çekiyor.
Bu kesime göre “Kıbrıs sorunu bütün sorunların anasıdır; o çözülmeden Kıbrıslı Türkler’in var olması mümkün değildir.” “Çözümcüler” bütünüyle haksız sayılmazlar. Fakat bu durum “zaruri” saydıkları çözümün bir türlü gelmemiş olması ve bundan sonra da gelme ihtimalinin pek bulunmaması karşısındaki çaresizliklerini ortadan kaldırmaya yetmiyor.
“Kıbrıs sorunu mutlaka çözülmeli…” İyi güzel de çözülmüyor işte… “Zorlamaktan vazgeçmemeliyiz…” Buna da eyvallah… Ama toplumların taşlaşmış zihinsel mirasını yıkmak için ne tür bir zorlama yöntemi işe yarar ki?
Kıbrıs sorunu hızla biçim değiştiriyor. Artık hiçbirimizin ezberinin bir işe yaradığı yok. Duygusal tekrarlarımız ve klişe vurgularımız, yeni koşullarda anlamını yitirmiş durumda.
Emareler, Kıbrıs’ın kalıcı bölünmeye doğru gittiğini gösteriyor. Son olarak İngiltere eski Dışişleri Bakanı, milletvekili Jack Straw, bu öngörüyü güçlendiren bir açıklama yaptı. Straw’a göre, dünyanın Kıbrıs’ın bölünmesine izin verme zamanı artık geldi.
Kısa süre içinde çözüm olmaması halinde Kıbrıs’ın bölünmesinin kaçınılmaz olacağı zaten dillendiriliyordu. Straw’un açıklamasında yeni olan şey, bölünmenin öngörülmesi değil, desteklenmesi…
“Çözümcüler”in geleneksel siyasetlerine sadık kalarak bölünmeyi reddetmeleri elbette mümkün. Fakat başka bir yol seçerek, bölünmenin bir felaket olacağı biçimindeki peşin hükümlerini gözden geçirmemeleri için de ortada bir sebep yok.
Bütün olup bitenler ve küresel çapta muktedir sermaye çevreleri ile devletlerden gelen sinyaller birleşmeden ziyade ayrılığa işaret ediyor. Daha önemlisi, aradan geçen bunca zaman, adada yaşayan iki toplumun birlikte yaşamaya elverişli bir tarihsel ve güncel duygu ortaklığından uzak olduğunu açıkça ortaya çıkardı.
Böyle bir ortamda “çözüm olmazsa olmaz” klişesini tekrarlamak, belki çakılı tabanımızdan alkış almamızı sağlayan garantili bir yoldur ama bu saatten sonra politik olarak pek bir işe yarayamayacağı çok açık.
“Çözüm” imkânsızsa, “çözüm dışında seçeneğimiz yok” demeyi sürdürmek kime ne fayda sağlar? Üstelik imkânsızda ısrar ettikçe, mümkün olandaki söz payımızı da terk etmiş olmuyor muyuz?
Şu anki gidişat Kıbrıs’ın güneyinin petrolü ve doğal gazıyla beraber Rumlar’a; kuzeyinin ise tepe tepe kullanılmak üzere Türkiye’ye kalacağını gösteriyor. Kıbrıslı Türkler, “çözüm olmazsa mahvoluruz” diyerek bu gidişatı şimdiden meşrulaştırmak yerine, bölünme sonrasında kendi statülerini güçlendirecek bir formül için ses vermek zorunda.
Tahsin Ertuğruloğlu’nun partisi bile “KKTC’yi feshedip Kıbrıs Türk Devleti’ni kuralım” demeye başlamışken, “çözümcüler”in kenarda durup, putlaştırdıkları bir sözcüğe tapınmaya devam etmeleri kabul edilemez.
“Ya çözüm ya ölüm” demenin sırası değil. Çözüm olmayınca nasıl nefes alacağız ona bakmak lazım.