Kıbrıs konusunda çok tehlikeli bir dönemeçteyiz ve bu günlerde her attığımız adım bizi ya batıracak ya da çıkaracak öneme sahiptir. Birinci Greentree zirvesinde Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun çapraz oy konusunda olumlu öneriler sunduğunu basından öğrendiğimde bir yanlışlık olduğunu sanmıştım. 2. Cumhurbaşkanı Talat döneminde ortaya atılan bu korkunç öneri Eroğlu’nun seçimi kıl payıyla da olsa kazanmasına neden olan unsurlardan birisiydi. Halkımız bizim seçeceğimiz Cumhurbaşkanımızın Rum oyu ile seçilmesine kesin bir hayır demişti. Aslında bu konu sadece işbirliği yapan güneydeki AKEL ve kuzeydeki CTP için olumlu bir seçim şeklidir. Bundan dolayı da referanduma sunulsa bile güneyde kesin reddedileceğinden eminim. Ancak bizim müzakere ekibimizin bunu tereddütsüz reddetmesini beklerdim.

Şimdi de tam bir skandal olan M.A. Talat döneminde 29 Ocak 2010 tarihli “Talat-Hristofyas görüş birlikleri” belgesi Rum basınına sızdırıldı. İçeriğini biraz inceleyince Hristofyas’ın neden devamlı “biz Talat’la anlaşmıştık ama şimdi Türkler geri adım atıyorlar” dediğini anlıyoruz. Belge bizim adımıza tam bir felaket olacak unsurlar içermektedir. Örneğin belge bir anlaşma sonrası Türk nüfusunun Rum nüfusunun ¼’ü olacağını ve bu oranı hiç bir zaman geçemeyeceğini belirtiyor. Hristofyas da her fırsatta bunu zaten söylüyor.

Bunun neresinden tutsak tam bir felakettir. Diyelim ki ilk gün bu oran vardır. Peki bu oran nasıl korunacaktır? Örneğin Rum saldırılarından dolayı yurt dışına göç eden Kıbrıslı Türkler geri dönmek isteseler ne olacak? Peki doğumlardan dolayı ¼ oranı aşılırsa ne olacak? Bu çocuğu doğuramazsınız mı denilecek? AB üyesi olacak bu ülke nasıl insan haklarından söz edebilecek.

Bir Kıbrıslı Türk, politik görüşü ne olursa olsun bu gibi Rum istemlerine nasıl evet diyebilir acaba? Görünen köy kılavuz istemez derler. Bu ve bu gibi “çözüm detayları” bize görünen köyün çözüm değil çözülme olduğunu açıkça ifade etmektedir.

Bu sırada Başpiskopos Hrisostomos basına verdiği açıklamada “Biz istila ve işgal sorunu olan milli davamızı doğru zemine oturtacak yeni bir siyasi liderlik istiyoruz. Türkiye askerlerini de yerleşiklerini de çekmesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarından gitmesi gerektiğini anlamalıdır. Tanrı’nın bize bahşettiği hediye ile ilk kez Türkiye’nin sırtını duvara dayayabiliriz, o ise bize hiçbir şey yapamaz” dedi.

Yukarıdaki açıklamayı okuduktan sonra hala daha Kıbrıs’ta Rumlarla bir anlaşmaya varılabilir diyenler varsa ya hayalperesttirler ya da Rumlar içerisinde eriyerek ikinci, hatta diğer Hristiyan olan yabancılardan sonra üçüncü sınıf vatandaş olarak yaşamayı bir sorun olarak algılamıyorlar demektir.

“Nasıl olsa Rum herşeyi yine reddeder onun için biz yapıcı görünelim” taktiği bizi bir yere kadar getirmiş olabilir ama daha çok kayıbımız olmadan bu tehlikeli yoldan dönme zamanı gelmiştir.  Biz bu filimi daha önce de 1959 yılında gördük. Kıbrıs Cumhuriyetini kuracak anlaşmanın imzalanmasından bir gece önce Rumlar direnip reddettiler, sonra sabah kalkıp imzaladılar. Makarios adaya döndüğünde de anlaşmayı esas emelleri olan Enosis’e ulaşmak için bir basamak olarak gördüğü için imzaladığını açıklamıştı.

Biz müzakere masasında on adım önde koşar, Rumlara gecikmeli bile olsa çapraz oyu tepsi içerisinde sunarken, Rumlar’ın federal çözüm deyip aslında kendi egemenliğinde üniter bir devlete doğru adım adım yaklaştığımızı seyrederken, 1959’u anımsamamak elde değil.

Artık “yeter” deyip kendi ülkemizi düzeltmeye,kendi kendimizi daha iyi yönetmeye ve sorunlarımızı çözmek için birlikteliğe bakmak zamanıdır. Kendi kapımızın önünü süpürelim. Çözüm’ün iki ayrı devletten geçtiğini önce biz kabul edip sonra her fırsatta herkese anlatalım. Gerçek kalkınma için ne gerekirse yapalım. Çözülme değil çözüm işte o zaman elde edilmiş olur.