Dünyada yüze göze bulaştırılmayacak herhangi bir sistem var mıdır? Bugüne kadar, kendisini işletenden bağımsız olarak hep mükemmel çalışan tek bir sistem dahi bulunabilmiş mi?

Biz Kuzey Kıbrıs’ta çöküşün nedenini kestirmeden bulduk: Sistem! Sitemlerimiz hep sisteme...

Ülkede başka bir sistem olsaydı başımız çoktan arşa değmişti. Kabahat parlamenter sistemde canım... Ha bir de seçim sistemi var. Onu da unutmayalım...

ABD’ye bakıp “ne güzel, başkanlık sistemi sayesinde dünya devi oldular” diye imreniyoruz. Ama başkanlık sisteminin, örneğin Filipinler’de bir işe yaramadığını görmezden geliyoruz.

Parlamenter sistem yüzünden mahvolduğumuza hepimiz kaniyiz. Lakin dünyanın bir sürü gelişmiş ülkesinde bu sistemin uygulandığından haberimiz yokmuş gibi davranıyoruz.

“Bak işte Rumlar başkanlık sistemi sayesinde AB’ye girmeyi başardılar” diyoruz fakat AB’nin genelinde parlamenter sistem uygulandığını es geçiyoruz.

Dünya iki sistemle hatta iki sistemin karmasıyla, hem uçan hem de çakılan yığınla örnek dolu. Bizse işin hikmetini çözdüğümüzden eminiz. Kerametin sistemde olduğuna dair inancımız sabit.

Hepimizin dilinde aynı cümleler: Milletvekilinden bakan mı olurmuş? Ah bir teknokrat kabinemiz olacaktı ki... Sanki her müreffeh ülkede teknokrat kabine var.

Elbette yönetim ve seçim sistemlerinin hiçbir etkisinin olmadığı söylenemez. Her sistem, her toplumsal dokuya bağlı olarak, değişik sonuçlar verebilir. Ama bu, sistemlerin kerametinin kendinden menkul olduğu anlamına gelmez.

Kuzey Kıbrıs, seçim sistemi ya da yönetim biçimi yüzünden tıkanmış bir yer değil. Buradaki sorun daha büyük. Bu ülkenin “statü” açmazından kaynaklanan devasa bir “yapısal” sorunu var. Bir de bundan beslenen ciddi bir “zihniyet” problemi...

Burası için, ortak Kıbrıs devletinin parçasına dönüşmekle Türkiye’ye bağlanmak arasında gezinen çeşitli gelecek senaryoları yazıldı. Bakalım kısmetine hangisi düşecek? Ama yarın bunca farklı şeye dönüşme ihtimali olan bu yerin “bugünü” yok.

Hem dünya hem Türkiye burası için zamanı durdurdu. Dünya dönüyor, biz seyrediyoruz. Üretemiyoruz ve satamıyoruz; o halde yokuz... Işıltılı küresel çağda, kendi kabuğumuzun karanlığına mahkumuz. Güya yaşıyoruz...

Küresel ekonominin dışında kalmak zihinlerimizi hasta etti. “Küçük menfaat” linkleri siyasetimizin hatlarını belirliyor. Büyük ekonomik hamleler yapma kudretinden yoksunuz. Elimizdekini paylaşırken ise alabildiğine bencil, adaletsiz ve pervasız olabiliyoruz.

Malta Akdenizli bir ada ülkesi. Ne enerji kaynakları var ne de yer altı zenginlikleri. Doğru düzgün tarımı bile yok. Parlamenter sistemle yönetiliyor. Ama Malta zengin.

Peki bizim Malta’dan neyimiz eksik? Sayalım: 50 civarında uluslararası kuruluşa üyelik... Senede 3 milyar dolara yakın ihracat... Sadece Türkiye’ye her yıl birkaç yüz milyon dolarlık mal satışı... Dünyanın her yerinden milyonlarca turist...

Malta küreye dahil, üreten bir devlet. Bizse kürenin dışına savrulmuş, tüketen bir muamma adası...

Yapısal sorunu ve zihniyet kirlenmesini aşmadan, hangi sisteme geçersek geçelim ihya olacak değiliz. Bu yapıya sistem mi dayanır?